Yunanistan, İspanya, İtalya, Portekiz ve diğer Avrupa ülkelerinde global kapitalizmin analığını yaptığı, globalizme şimdilik baş kaldıran, itiraz eden, hayır diyen fakat gelecekte anti-kapitalist bir kimliğe bürünme niteliği taşıyan Kardelen hareketleri doğup, gelişirken; Türkiye’ de devletin “çözüm” Özgürlük Hareketinin “barış” dediği ,süreçte Özgürlük Hareketi ve APO’ nun ön aldığı, HDP’ nin Türkiye siyasi arenasının belirleyicisi konumuna geldiği; Başbakan’ ın İstanbul mitinginde şehit asker annelerini Diyarbakır barış anneleri ile ”el ele birlikte” mücadeleye çağırdığı, Erdoğan çıkıp “ Kürt sorunu diye bir sorun yok” diyerek müthiş bir kafa karışıklığı sergilediği bir ortamda Köln’ de Avrupalı Sürgünler Meclisinin İkinci Kongresi yapıldı.
AB ve Türkiye de durumun devrimciliği nedeni ile devrim ve karşı devrimin karşılıklı tırmanışa geçmekte olduğu bir ortamda Avrupa Sürgünler Meclisinin ikinci kongresini yapması kendi başına bile önem taşıyor. Kuşkusuz mevcut konjonktür ve güçler dengesi ortamında Sürgünler Meclisi nicel olarak okyanusta bir damla bile olamaz. Ancak, egemen güçlerin çıkartmış olduğu savaşlar, Global sermayenin zengini daha zengin yoksulu daha yoksul hale getirme karakteri nedeni ile dünyamız giderek bir sürgünler dünyası olmaya evrilirken Sürgünler Meclisi nitelik olarak önem kazanmaktadır. Buna denk olarak AB’ anti-kapitalist devrime, Türkiye de demokratikleşmeye yönelme devrimi ile tutuculuk, gericilik süreci ikilemi yaşanıyor.
AB ve Türkiye’ nin geleceği bu iki gelişim seyrine göre şekilleneceğine kuşku yoktur. AB’ de ve Türkiye de süreç devrimci, ama somut şartların somut tahlili gereği, AB’ de anti-kapitalist, Türkiye de içerik bakımından anti- kapitalizmi içerse de okun sivri ucu anti- demokratizme yöneliktir. Okun sivri ucunun kapitalizme yönelmesi ancak ikinci etapta mümkün olacaktır. Bu durum ortamın ikili karakterini etkilemiyor. Biri geleceğe diğeri de geçmişe, tarihin geri vitesi olan geleneksel tutuculuğa bağlılığı ifade eden sürecin iki başlılığını değiştirmiyor. Ortamın bu ikili yapısı özel ve tüzel kişileri etkilemesi kaçınılmazdır. Ortamın devrime gebe olması, Sürgünler Meclisine çok önemli görevler yüklüyor. Sürgünler sorununa sadece Türkiyeli sürgünler gibi dar bir açıdan bakılsa bile : Ermeniler, Süryaniler, Keldaniler, Asuriler, Rumlar, Ezdiler, Kürtler gibi ayrı ayrı örgütlenip organize olmuş olanların bir araya toplanarak birlikte ve ortak bir mücadele yaratılması bile büyük bir önem taşıyor.
Alman Devleti tarafından bir dernek olarak tanınmasından sonra, dünyanın her ülkesinde sürgünlerinin olması bir yana farklı bir şekilde organize olmuş sadece Türkiyeli Sürgünlerin bir federasyon, konfederasyon düzleminde Erdoğan devletine karşı organik bir koalisyon konumuna getirilmesi Avrupa Sürgünleri Meclisinin önüne yeni bir görev olarak gelmiş durmakta. Avrupa Sürgünler Meclisi tüzel kimlik olarak hem Türkiyeli hem de dünyalı bir niteliğe sahip. Bu tüzel kişiliğine denk bir dış politika ve mücadele yöntemi geliştirmez, konumunu güçlendirmezse nitel bakımdan da okyanus içinde bir damla olmaktan öteye gidemez. Türkiye sadece sürgünler üreten bir ülke değil, soykırımlar da yaratan bir soykırımlar ülkesi konumundadır. Türkiye’ nin soy kırıma uğratmış olduğu Ermeni, Süryani, Keldani, Asuri, Rum, Ezdi gibi halkların sürgünlerinin bir çoğu da sürgün hayatını AB’ de idame ettiriyor.
Dünya sürgünleri ile gereken diyalog, dayanışma ve diplomatik ilişki geliştirilmese bile, En azından soy kırıma uğramış olmaları nedeni ile AB’ de yaşamakta olan Türkiyeli sürgünlerle bile diplomatik bir temas ve girişimin olması kaçınılmazdır. Kaçınılmazdır çünkü, küresel dünya da hiçbir sorun kendi başına değildir ve sadece kendine ait olan sorunları bile kendi dinamizmi ile çözemez. Geniş ve küresel bir perspektife sahip olmadan bu sorunların üstesinden gelinemez. “Diplomasi komisyonu” önerisi arada kaynadığı için kendi payıma söylüyorum: daralmanın etkin olduğunu düşünerek, gereksiz bir tartışma çıkmasın dar kafalılığım nedeni ile Ermeni, Süryani, ezdi, Rum soykırımının yüzüncü yılı nedeni ile soykırımı kınayan bir karar tasarısını bile kongreye sunamadım. Hatta “ya bir de bu çıktı” denmesin diye soy kırım konusunu açmadım bile. Dünya başkentlerinde yıllardır konuşulan, tartışılan kısa bir süre sonra bütün dünyanın üzerinde çeşitli kararlar alacağı, olumlu olumsuz görüş belirteceği çok önemli bir konu soykırım konusu. Bu çok önemli konuya kongremizin önemle parmak basması gerekirken belgemizde adı bile geçmedi. Bunun bir daralma olduğunu kendim için ve kendi payıma vurgulamam gerekiyor. Sürgünler Meclisi üyelerinden hangimizin dedesi “büyük felaket” denen soy kırıma katıldı bilmiyoruz. Her hangi birimizin dedesi ya da soyundan bir kişi söz konusu soy kırıma katılmış olsun ya da olmasın; ülkemizde yapıldığı için hepimizin çok ama çok utanç duyması gerekir.
Büyük felaket Ermeni, Süryani, Ezdi, Rum soy kırımı bir yana Halepçe katliamının yıl dönümü olduğu halde Halepçe kırımını bile konuşmadık. Hal böyle iken ne Halepçe katliamını ne de büyük felaket soy kırımını kongremizin bir kınama kararı olarak belirtmediğimiz gibi sonuç bildirisinde sözünü bile etmedik. Üstelik Süryani, Keldani, Asuri ve Ezdilere IŞİD hala Kerkük, Şengel ve Suriye de soy kırım uyguluyor. Onu bile kınamadık. Kınamadık çünkü bir çok konuda Sürgünler Meclisinin komisyonları vardı. Her komisyon kendi faaliyetleri ile ilgili Kongreyi bilgilendirdi. Diplomasi ya da lobi komisyonu olmadığı için diplomasi ve lobi faaliyetlerinin konusu olan konuları Kongrede dile getirilmedi. O nedenle diplomasi ya da lobi komisyonunun oluşturulması önerisi de kale alınmadı.
Bu yazdıklarımı dileyen benim bir özeleştirim sayabilir, ama sayılsa bile çözüm olacağını sanmıyorum. Duyarlı olmak, Sürgünler Meclisini çok daha geniş bir yelpazeye taşımak, kapsamını genişletmek sürgünlerin kendi sorunlarını çözmesini engellemez, tersine daha çok katkı sağlar. Kuşkusuz, yürütmemiz bir bildiri ile soy kırımları da Halepçe katliamını da kınayıp, lanetleyebilir. Ancak bu bizim ve kongremizin çapını, düzeyini, bir ileri aşamaya çekmeye yetmez. Bizim kendimizi aşmamız gerekir. Geçmiş mücadele sürecinde de : biz işimize bakalım, elimizi her tarafa uzatıp, eli boş kalmayalım diyen, yelpazenin genişletilmesinin önünde zabıta nöbeti tutan, çap büyütmenin, örgütü yıkacağına inanan o bakımda kendini örgüt korucusu olarak görenler çok sayıda kadro vardı.
Örgüt korumacılığı adına örgütün çapını daraltan, geniş platform, yelpaze ve ilişkiler ağının gelişmesini engelleyenler fraksiyonculuğun temellerini güçlendirmekten başka bir katkı yapamadılar devrim mücadelesine. Fraksiyonculuğun devrim mücadelesine vermiş olduğu zararı görerek, bir fraksiyonlar fraksiyonu yaratmak yerine, zaten bir platform niteliğinde olan Sürgünler Meclisini daha geniş yelpazeyi kucaklayacak bir boyuta taşımak gerekir. Sürgünler Meclisini ülke içi ve ülke dışı örgütlerle iş ve güç birliği konumuna getirip, geniş bir yelpazeye taşıyacak olan mekanizma diplomasi ve lobi faaliyetidir. Özellikle ülke dışında kurulan yapılanmalar ülke içindekilerden farklı olarak en çok diplomasi ve lobiciliğe gereksinim duyarlar. Daha doğrusu duymaları gerekir. Gerekir çünkü, en azında Türkiyeli ve Türkiye sürgünü olan Ermeni, Süryani, Ezdi, Rum gibi ezilen halkların sürgünde ki yapıları ile dayanışma ve destek bağları oluşturmadan sağlam bir zemine oturup, adına denk bir performans gösteremez.
AB’ de Türkiye de, Ortadoğu bölgesinde devrime gebeliğin sancıları yaşanıyor. Ama henüz doğum çok uzak. Besbelli doğum sancıları daha çok yaşanacak. O nedenle de sürgünlük rakamları da çok kabaracak. Sürgünler Meclisi sadece Türkiyelilerin sorunları ile ilgilense bile, Türkiye, Ortadoğu bölgesi ve AB’ deki devrim ortamının yaratmakta olduğu sancılı ortamın dışında kalamaz. Türkiye’ de boyutlanan demokrasi mücadelesine, AB’ de gelişmekte olan global kapitalizme karşı mücadelede geri duramaz. O nedenle de diplomasi ve lobi faaliyeti kaçınılmaz olarak kendini dayatacaktır. Türkiye de yaşamış olduğu katliamlardan dolayı AB’ ye göçmüş, burada organize olmuş halklarla birlikte anmalara, protestolara katılmak için bile diplomasi – lobi faaliyeti lazım. Soykırımları lanetleme, protesto etme günlerinde katliamcı katillerin değil katledilenlerin yanında yer alarak, katillere karşı tavır almak gerekir. Devrime gebe AB, devrimle demokrasi mücadelesinin iç içe geçmiş olan Türkiye ve devrim sancısı ile kıvranan bölgemizde “suya sabuna dokunmayan” misali bir Avrupa Sürgünler Meclisi uzun süre yaşatılamaz.
370 kez okundu.