Selahattin Şengül
İkinci dünya savaşında, Roman ve Sintiler de Yahudiler gibi, çoluk çocuk demeden, aşağı ırktan oldukları gerekçesiyle Macaristan, Polonya ve Çekoslovakya’daki Nazi kamplarında, büyük bir kıyıma uğratıldılar.Bu katliam onlar tarafından ‘porjmos’ (parçalanmak) olarak adlandırılmıştır
Naziler toplama kamplarında, ya “çalıştırarak öldürme“ veya “zorunlu kısırlaştırma“ yöntemleriyle “çingene problemini” çözmek istemişti. Başta Auschwitz olmak üzere Dachau’da, Flossenbürg’da ve diğer yerlerde acı gerçekler bunu gösteriyor.
Hitler’in iktidarı ele geçirmesinden önce, 1926 yılında, Bayern’de çıkarılan ‘Çingene Yasası“ ile Sinti ve Romanların durumu ciddi bir şekilde kötüleştirilmişti.Geçmişte, yani 1920’lerde zaten resmi makamların hedef tahtasında olan bu kitle, 1933’lerde Nazilerin jargonunda da “iş kaçkınları,tembeller ya da asosyaller“ diye tanımlandırılıyorlardı. 1935’ten itibaren, ırkçı sebeplerden dolayı,resmi koğuşturma ve takibatlar başlamıştı. Nürnberg yasalarınca sadece Yahudiler değil, Sinti ve Romanlarda, Nazilerce Hint kökenli olmalarından dolayı, “ari” ırk derecelendirilmesine tabii tutulmuşlar dı. Sözde bu bilimselliklerinin gerekçesi ise “Bu kendi ırkına aykırı kan da kandır, ama alman kanı değildir… ‘ diye Wilhelm Stuekart ve Hans Globke gibilerinin yanı sıra, şansölyelik (başbakanlık) dairesi şefi Konrad Adenauer’de, 1936’ daki Nürnberg yasalarını böyle yorumluyorlar dı.
1936’ da Münih’teki “ Çingene Merkezi “ Nazilerce, Berlin’e taşınıyor. Ellerinde 33524 adet dosya var. Bu andan itibaren çingenelerle ilgili bilgiler toplanmaya başlanıyor. Ayrıca bir de araştırma merkezi kuruluyor ve adına da “ Irksal Temizlik ve Araştırma Merkezi” deniliyor. Oluşturulan bu kurumun başına da Robert Ritter adlı şahıs getiriliyor. Robert Ritter’in başkanlığında yürütülen hazırlık çalışmalarıyla, Sinti ve Romanlar kitlesel olarak kayıt altına alınarak, ırksal bilirkişi raporları gereğince, 24 bin kişi imha edilmek üzere tutuklanıyorlar.Görüldüğü gibi çingenelerin katledilmesinde Münih polisi büyük bir rol oynuyor. Zaten araştırmamız da özellikle bu bölgeyle, yani Bayern ağırlıklı diyebiliriz.
Himmler’in Auschwitz Genelgesi
İlk olarak 1936’da Dachau, Sachsenhausen ve Buchenwald toplama kamplarına, sistemli olarak yığınlarca insan dolduruldu. 1940’tan itibaren Sinti ve Romanlar, aralarında çocuklarda olmak kaydıyla bu kamlarda toplatıldı ve buradan Almanya`nın işgali altındaki, Polonya’daki çalışma kamplarına ve getolara sürüldüler. Bu yapılanlara karşı, herhangi bir mukavemette de bulunulmadı. Kim ki buralarda hastalık ve açlıktan hayatta kalmayı başardı, onlar da 1942 Ocak ayındaChemno’daki imha kamlarında, gaz odalarında zehirlenerek öldürüldüler.
16 Aralık 1942’de SS şeflerinden Heinrich Himmler, sözde “ Ausschwitz Genelgesi” ni yayınlıyor. Şubat 1943’de, yaklaşık 23 bin Sinti v e Roman, Auschwitz Birkenau’da, daha önce SS’ler tarafından at ahırı olarak inşa edilen, barakalardan oluşan ve ‘Çingene Kampı ‘ adıyla anılan bu toplama kampına yerleştiriliyorlar. 1941 Ekiminde, yani Himmler`in genelgesinden çok önce, Münih Kriminal Merkezinin kayıtlarında da, “çingenelerin tamamen ortadan kaldırılması” nın karar altına alındığı görülmektedir. Bu belgelerde, polis yetkililerinin,” soykırım” olarak nitelendirilebilecek karar gereğince hareket ettikleri aşikardır.
Münih’ten Auschwitz’e götürülen ve bu toplama kampında sağ kalabilen Sintilerden birisi ifadesinde şöyle diyor; “ – Bizi topladıklarında, önce otuzar kişi halinde daracık hücrelerde, günlerce kaldık. Sonra yaklaşık yirmisi çocuk olmak kaydıyla altmış kişi, bir tren vagonuna doldururularak yola çıkarıldık.Üzerinde yatabileceğimiz birazcık saman bile olmayan bu vagonlarda, günlerce yolculuk yaptık, bir yudum suyu bile bizlere, anc ak birkaç gün sonra verdiler…!’
1944 Temmuz’unda Auschwitz- Birkenau toplama kampında, sadece 4500 Sinti ve Roman hayatta kalabilmişti. Bir ay sonra “ Çingene Kampı “ dağıtıldı.Çalışabilecek durumda olanlar Buchenwald ve Ravensburg kampına götürüldüler. Geri kalan 2900 kişi ise gaz odalarına gönderilerek imha edildiler.
“ Flossenbürg toplama kampında zorunlu işçilik “
Dachau ve Flossenbürg’de tutuklu bulunan, yüzlerce Sinti ve Roman, kadınlar da dahil Nolkenburg ve Zwadau’da ki silah fabrikalarında zorunlu olarak, çok kötü koşullarda kölece çalıştırıldılar.
“ Tıbbi deneyler ve zorunlu kısırlaştırmalar “
Auschwitz-.Birkenau’ daki gazodalarında ölmeyenleri ise, meşhur deneyci doktor Josef Mengele’nin tezgahından geçme tehlikesi bekliyor du. Mengele sadece Yahudileri kendi deneyleri için suistmal etmiyordu, aynı zamanda Sinti ve Romanları da tıbbi araştırma.deneyleri için, denek olarak kullanıyor du. Özellikle onun “İkizler” üzerinde biyolojik ve ruhsal olarak yaptığı araştırmalar için çokca kurbana ihtiyacı oluyor du. Hatta bu deneyler için bilakis çocukları kullanıyor du. Bu deneylerini Dachau’ da da sürdürüyor du. İnsan vücudundaki ısının düşürülmesi ile, ki bu donma noktasına kadar soğutma yöntemlerini kullanarak veya deniz suyunun içileblir hale getirilmesi deneylerinde de çok sayıda çingene, denek olarak kullanılıp, ölümlerine neden olundu. Ravensburg kampında soykırımın geciktirilmesinin tek nedeni, işte bu kısırlaştırma deneylerinin devam ediyor olması idi. Burada, aralarında çocukların da olduğu yüzlerce insan çoğu kez narkozsüz, uyuşturulmadan acılar içinde bağırttırılarak, kısırlaştırılıyorlar dı.Özellikle Sinti ve Romanlar, bu iş için zorla kullanlılyordu. Çünkü ya kısırlaştırılmayı kabul edeceklerdi, ya da KZ’ deki gaz odalarında ölüme gidecekler di.
‘ Bilanço : ‘
Katledilen yüzbinler…! Yaklaşık 35-40 bin arası Alman ve Avusturya’lı Sinti ve Romanlardan, 25 bini hastalık ve açlıktan bitkin düşerek yaşamını yitirdiler.Hitler Almanyasında ve onun işgal ettiği Avrupa ülkelerinde, katledilen çingene sayısı takriben 220 ile 250 bin arasında tahmin ediliyor.
1945 sonrası: Sorumular yine makamlarında
Sanki hiç bir şey olmamış gibi, Münih Kriminal dairesinde, 1946’ da “Çingeneler Sorunu “ adlı bir bölüm oluşturulduğu gibi, 1899’dan beri kurulmuş olan “Çingene Merkezi” nin bütün dosyalarını üslendi ve de daha önce görev yapan personel de koltuklarına tekrar oturarak, görevlerine devam ettiler.Yani nazi rejimi sonrası, Münihli memurlar, tüm bu olup bitenlere rağmen, Berlin ve Münih’te görev ve kariyerlerine, hiç bir şey olmamış gibi devam ettiler, hatta tüm Sinti ve Romanların Auschwitz’e sürülerek, zulüm görmelerinin sorumlularından Josef Eichberger de buna dahil. Veya transport işleminde görev alan yetkililerden Rudolf Uschold…gibi kişiler.
“Bu sürgünlerin ve de zorunlu kısırlaştırmaların telafisi artık mümkün değil…” denildiği gibi, tüm olup bitenlere argümant gösterebilecek kadar da yüzsüzleşebiliyorlar. Şöyle ki; ‘ -Sinti ve Romanlar zaten hem kriminal, hem de asosyal olarak takibat ve koğuşturma altındaydılar…’ gibi utanmazca laflar bile ediyorlar dı. Bunları yapan ve kendilerini SS olarak sınıflandıran insanlar ,devlet tarafından sonradan bol sıfırlı, emekli maaşına bile bağlandılar.
14 Ekim 1953` de Bayern Eyalet hükümetinin, “Göçerler” le ilgili yapmış olduğu yasanın da, 1926 ‘ daki ‘ Çingene Yasası ‘ ile arasında pek bir farkın oldamadığını burada belirtebiliriz. Bu yasa da tıpkı öncekiler gibi, ırkçılık hayaletiyle kırıp geçirecek nitelikte.1956 yılında, Federal Yüksek mahkemesinin bir kararında “Çingeneler kriminal , hırsızlık, gasp ve dolandırıcılığa meyillidirler.Onlar ilkeldirler, başkalarının malında mülkünde gözleri vardır. İçgüdüsel olarak çekinmeden onun bunun malına el koyabilirler…’ diyebiliyor du. Ta ki 1970 yılında anayasayla bağdaşmadığından dolayı bu kanun kaldırılıyor.
Günümüzde de çingeneler yaşadıkları bütün ülkelerde, ayrımcılığa tabii tutulmaktadırlar. Oysa ki onlar insanlık ailesinin bir parçasıdırlar. Onlar göçebe zanaatçı ataların çocuklarıdırlar. Kimimiz aynı sokağı, aynı köyü paylaşmışızdır. O güzelim danslarını hayranlıkla izlemiş, müziklerini dinlemişizdir. Bir sokak ötesi kadar yakınken, korkularımızı dağlar kadar büyütmüş, anneler çocuklarını korumak isterken dahi “seni çingeneler alır götürür—“ diye tabirlere başvurmuşlardır.
Yahudiler gibi soykırıma tabii tutulmalarına rağmen, dilleri, kültürleri, siyasetçileri, sanatçı ve yazarları yeterlice olmadıkları için kendilerini anlatacak lobileri oluşturamamış ve soykırıma uğradıklarını bile kimseye anlatamamışlar, anlatmamışlardır.Tüm dünya Yahudilerin soykırımını konuşup, Almanya Yahudilerden özür diledi, ama zavallı çingeneleri ağızlarına bile almadılar.Tarih yazanların dikkatinden mi kaçtı dersiniz ve tarih onları hep gözardı etmiş, neden ?
3726 kez okundu.