Teslim TÖRE
Birinci sorunun yanıtı :
Sürgünler Platformu, Sürgünde yaşamakta olan binlerce insanın gereksinimlerinin bir ürünü olarak oluştu. Sürgünlerin sorunlarını çözmek amacı ile, 25 Kasım 2013 tarihinde Köln de kuruluş toplantısını yaparak mücadele hayatına başladı. Avusturalya dahil dünyanın bir çok kıtasında ve bir çok ülkede faaliyet gösteriyor. Faaliyetlerini sadece organlar aracılığı ile değil, platform üyesi bireyler eli ile de yürütüyor. Platform, bireyleri ya da sürgünler toplumunu yöneten bir örgüt değil, sürgündeki bireylerin kendi sorunların çözmek için değerlendirdiği bir araç durumundadır. Bu yapısından dolayı platformun üyesi olan her sürgünün yaşamış olduğu ülke ve yerde eşyanın tabiatı gereği, platformun faaliyetleri de vardır. O nedenle platformun faaliyet alanı bütün dünyadır denebilir.
İkinci sorunun yanıtı:
Ağırlıklı olarak, 12 Mart 1971, askeri faşist diktatörlüğü ve 12 Eylül 1980 faşizmi ve sonrası yurt dışına çıkmalar yoğunlaşmış. Özellikle Kürt özgürlük mücadelesinin alevlendiği seksenli doksanlı ve iki binli yıllarda yurt dışına çıkışların kitlesel bir boyut kazandığı yıllar olmuştur. İçinde bulunduğumuz dönemde de hala yurt dışına çıkışlar devam ediyor. Ancak eskisi kadar yoğun değil. Tabi ki Türkiye için “yoğun değil” diyorum. Suriye, Irak, İran, Lübnan, Mısır, Tunus, Yemen, Afganistan, Pakistan, Sri Lanka, Hindistan gibi ülkelerden hala yurt dışına çıkış yoğunluğu devam ediyor.
Üçüncü sorunun yanıtı:
Platform, Türkiye ye dönüşler konusunda : hukuki sorunları olanların önündeki yasal engelleri aşmaları için platformun hukukçuları, sosyal aktivitelerde çalışan sosyal asistan ve diğer aktivistler, sürgünlerin sorunları ile ilgilenen bilgi sahibi kişiler her toplantıda bilgilendirmeler yapıyorlar. Ayrıca toplantı dışında da sorunları olanlar hukukçu ve diğer bilgi sahibi olanlardan gereken desteği istiyor ve alıyorlar. Aslında platform doğası gereği, sürgünlerin yeteneklerini birleştirdiği bir araç işlevi de görüyor. Yeteneklerin bir araya gelmesi, aktif bir dayanışmayı da beraberinden getiriyor ve pratikleştiriyor. Başka bir söylemle, platform nedeni ile bir araya gelmiş olan sürgünlerin yeteneklerini birleştirerek, birbirlerinin ve kendilerinin sorunlarını çözmeye çalıştığı, gereksinimlerini karşılama çabasına girdiği ifade edilebilir. “ Bir elin nesi var iki elin sesi var” halk deyiminde olduğu gibi sürgünler ellerini ve ellerinin becerilerini birleştirerek sorunlarına çözüm arıyor ve buluyorlar.
Dördüncü sorunun yanıtı:
“Çok sayıda sürgün olmasına karşın bu konunun yeterince gündemde tutulmamasının sebebini” olumsuz yorumluyorum. “Gündemde yeterince tutulmamasının” iki nedeninin olduğunu düşünüyorum. Birincisi Türkiye sistemi, diğeri ise Sürgünlerin Avrupa da güçlü politik örgüt ve lobi gibi siyasi diplomatik yapılanmalara sahip olmamasıdır. Örneğin Avrupa da HDP ’ yi kuramamış olmamız. Avrupa da bu kadar entelektüel emek sahibi güçler, örgütlü ve organize bir şekilde : sanat, kültür, diplomatik, politik, parlamenter gibi bütün kanallarda Erdoğan Hükümetini baskılasak “gündemde” yeterince tutulmasını sağlayabiliriz. Maalesef böylesi bir olanak yaratılabilmiş değil.
Diğer neden olan Türkiye sistemine gelince: Türkiye Cumhuriyeti devleti aydın düşmanlığı, aydın kıyımı üzerine inşa edilmiş bir sistemdir. Nazım, Abidin Dino vb. ile başlamış olan aydın kıyımı ve düşmanlığı, “Cumhuriyeti koruma ve kollama” adına yapılan faşist cuntalarla devam ettirildi, sistemin dokularına işledi, kalıcılaşarak, Erdoğan ve Hükümeti döneminde de devam ediyor. Sürgünlerin ezici çoğunluğu entelektüel emek sahibi aydınlardan oluşuyor. Bu toplumsal kesim, sistemin Erdoğan öncesi hükümetleri, cuntaları, tarafından sevilmediği gibi Erdoğan Hükümeti tarafından da sevilmiyorlar. O nedenle de “gündemde yeterince” tutmuyor. Tutmadığı gibi unutturmaya da çalışıyor. İçlerinde kişiliksizleştirdiği bazıları olursa onları gündeme getiriyor, ilgileniyor, değilse gündemin dışında tutuyor.
Beşinci sorunun yanıtı:
“Sürgünlerin ülkeye dönebilme koşullarının oluştuğu durumda bir takım politik süreçlerde katkı” sağlayacaklarını düşünüyorum. Türkiye ye dönmeleri halinde, politik bakımdan daha organize olmaları, ideolojik, teorik, kültürel üretim yapmaları ve politik sürecin toplumsal ilerlemede daha etkin hale gelmesine önemli katkı yapmaları mümkün olur görüşündeyim. Sürgün yıllarının sürgündeki entelektüel emek sahiplerine belli konularda katkı yaptığını sanıyorum. Özellikle de sanat ve siyasetin dokusal olarak bir bütünlük içinde ele alınması, sanatın siyasete katkısının bilince çıkartılması konusunda belli mesafenin kat edildiğine, bu tarzın Türkiye ye taşınması durumunda hem sol siyasetin eski ideolojik kuruluktan, hem de sanatın “sanat, sanat içindir” yavanlığından kurtulacağına inanıyorum. Bununla birlikte, sanat siyaset, siyaset demokrasi üçgenin de sürgünler tarafından özümlendiğini yakinen biliyorum. Sanatla sol siyasetin, siyasetle demokrasinin sentezlenmesi karşılıklı kaldıraçlarla belli bir düzeye çıkıp bir momentte buluşmaları, siyaset ve sanata yeni bir perspektif kazandıracaktır.
Sistemin Erdoğan öncesi hükümetleri sanatı şöyle ya da böyle istismar demesek bile değerlendiriyorlardı. Erdoğan Hükümeti “sanatın içine tükürüp” sistemin dışına attı. Sanat artık sistem karşıtı bir yere güçlü bir şekilde oturtulmalıdır. Tabi ki Solun da geçmişte, siyaset arenasında sanata vermediği değeri vermeyi öğrenmesi gerekiyor.
Altıncı sorunun yanıtı:
Sürgünler Platformu 1 Aralık 2013 tarihinde Köln de yapılan kongrede : geleceğe yönelik belli kararlar aldı. Avrupa da ki sivil toplum örgütleri, parlamento vb. gibi kurumlarla ilişki kurmak, bu alanlarda çalışan sürgünlerle görüşmek, Sürgünlerin ülkeye dönüş sorunlarını ele almak, bu konu ile gereken girişimlerde bulunmak, hukuki sorunları olanların sorunlarının çözümü için hukukçu arkadaşların desteğini sağlamak; Sürgüne yeni gönderilmiş olanlara gereken desteği vermek; Türkiye liler dışındaki sürgünlere de gereken yardımı sağlamak gibi perspektifler belirlendi.
Not : Yazarın yukarda sitede yayınlanan yazısının ardında Yurt Gazetesinde çıkan bu röportajı olduğu gibi yayınlıyoruz.
Türkiye’de aydın kıyımı hiç bitmedi’
Darbeler ve anti demokratik devlet sistematiği yüzünden ülkesini terketmek zorunda kalan sürgünler, kurdukları platformla güçlerini birleştirdi. Platformda yer alan Teslim Töre, emek sahibi aydınların Erdoğan döneminde de sevilmediğini söyledi
TAYLAN KESANBİLİCİ/Haber Merkezi – TÜRKİYE’NİN neredeyse unuttuğu ve hiç gündeme gelmeyen sürgünler, seslerini duyurmak için güçlerini birleştirerek Sürgünler Platformunu kurdu. Platformda Teslim Töre, Atilla Keskin, Necati Abay gibi, darbeler ve sonrasında devam eden anti demokratik devlet sistematiği yüzünden Türkiye’yi terketmek zorunda kalan birçok isim yer alıyor.
Uzun yıllardır yurtdışında yaşayan ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO)’dan bu yana Türkiye siyasetinde mücadeleyi sürdüren Teslim Töre, kuruluşunu 120 üyeyle gerçekleştiren Sürgünler Platformu’nun amacını ve çalışmalarını YURT’a anlattı.
Sürgünler Platformu fikri nasıl bir ihtiyaçtan dolayı ortaya çıktı? Platform tek bir ülkede mi faaliyet gösteriyor?
Sürgünler Platformu, sürgünde yaşamakta olan binlerce insanın gereksinimlerinin bir ürünü olarak oluştu. Sürgünlerin sorunlarını çözmek amacıyla, 25 Kasım 2013 tarihinde Köln’de kuruluş toplantısını yaparak mücadele hayatına başladı. Avustralya dahil dünyanın birçok kıtasında ve birçok ülkesinde faaliyet gösteriyor. Faaliyetlerini sadece organlar aracılığı ile değil, platform üyesi bireyler eli ile de yürütüyor. Platform, bireyleri ya da sürgünler topluluğunu yöneten bir örgüt değil, sürgündeki bireylerin kendi sorunlarını çözmek için değerlendirdiği bir araç durumundadır. Bu yapısından dolayı platformun üyesi olan her sürgünün yaşamış olduğu ülke ve yerde eşyanın tabiatı gereği, platformun faaliyetleri de vardır. O nedenle platformun faaliyet alanı bütün dünyadır denebilir.
Platform bünyesindeki sürgünlerin ağırlıklı olarak yurtdışına çıkmak durumunda kaldıkları dönem hangisi? Hala yurtdışına çıkışlar devam ediyor mu?
Ağırlıklı olarak, 12 Mart 1971 askeri faşist diktatörlüğü ile 12 Eylül 1980 faşizmi ve sonrası yurtdışına çıkışlar yoğunluk gösteriyor. Özellikle Kürt özgürlük mücadelesinin alevlendiği 80’li, 90’lı ve 2000’li yıllar yurtdışına çıkışların kitlesel bir boyut kazandığı yıllar oldu. İçinde bulunduğumuz dönemde de hala yurtdışına çıkışlar devam ediyor. Ancak eskisi kadar yoğun değil. Tabi ki Türkiye için ‘yoğun değil’ diyorum. Ancak Suriye, Irak, İran, Lübnan, Mısır, Tunus, Yemen, Afganistan, Pakistan, Sri Lanka, Hindistan gibi ülkelerde yurtdışına çıkış yoğunluğu hala devam ediyor.
SÜRGÜNLERİN YETENEKLERİ BİRLEŞİYOR
Platformun, hem kendi bünyesindeki sürgünlerin Türkiye’ye dönüşleri için gerekse daha farklı konularda somut olarak ortaya koyabildiği çalışmalar nelerdir?
Türkiye’ye dönüş konusunda hukuki sorunları olanların önündeki yasal engelleri aşmaları için platformun hukukçuları, sosyal aktivitelerde çalışan sosyal asistan ve diğer aktivistler, sürgünlerin sorunları ile ilgilenen bilgi sahibi kişiler her toplantıda bilgilendirmeler yapıyorlar. Ayrıca toplantı dışında da sorunları olanlar hukukçu ve diğer bilgi sahibi olanlardan gereken desteği istiyor ve alıyorlar. Aslında platform doğası gereği, sürgünlerin yeteneklerini birleştirdiği bir araç işlevi de görüyor. Yeteneklerin bir araya gelmesi, aktif bir dayanışmayı da beraberinden getiriyor ve pratikleştiriyor. Başka bir söylemle, platform nedeni ile bir araya gelmiş olan sürgünlerin yeteneklerini birleştirerek, birbirlerinin ve kendilerinin sorunlarını çözmeye çalıştığı, gereksinimlerini karşılama çabasına girdiği ifade edilebilir. “Bir elin nesi var iki elin sesi var” halk deyiminde olduğu gibi sürgünler ellerini ve ellerinin becerilerini birleştirerek sorunlarına çözüm arıyor ve buluyorlar.
‘Sistem aydın ve sanatçıya düşman’
Çok sayıda sürgün olmasına karşın bu konunun yeterince gündemde tutulmamasının sebebinin ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Bu konunun yeterince gündemde tutulmamasının olumsuz olduğunu düşünüyorum. Yeterince gündemde olamamasının iki nedeni olduğunu düşünüyorum. Birincisi Türkiye sistemi, diğeri ise sürgünlerin Avrupa’da güçlü bir politik örgüt ya da lobi gibi siyasi diplomatik yapılanmalara sahip olmamasıdır. Örneğin Avrupa’da HDP’yi kuramamış olmamız. Avrupa’da bu kadar entelektüel emek sahibi güçler, örgütlü ve organize bir şekilde, sanat, kültür, diplomatik, politik, parlamenter gibi bütün kanallarda Erdoğan hükümetini baskılasak “gündemde” yeterince tutulmasını sağlayabiliriz. Malesef böylesi bir olanak yaratılabilmiş değil.
Diğer neden olan Türkiye sistemine gelince, Türkiye Cumhuriyeti devleti aydın düşmanlığı, aydın kıyımı üzerine inşa edilmiş bir sisteme sahiptir. Nazım Hikmet, Abidin Dino vb. ile başlamış olan aydın kıyımı ve düşmanlığı, “Cumhuriyeti koruma ve kollama” adına oluşturulan faşist cuntalarla devam ettirildi, sistemin dokularına işledi, kalıcılaşarak, Erdoğan ve hükümeti döneminde de devam ediyor. Sürgünlerin ezici çoğunluğu entelektüel emek sahibi aydınlardan oluşuyor. Bu toplumsal kesim, sistemin Erdoğan öncesi hükümetleri, cuntaları tarafından sevilmediği gibi Erdoğan hükümeti tarafından da sevilmiyor. O nedenle de sürgünlerin durumunu yeterince gündemde tutmuyor. Tutmadığı gibi unutturmaya da çalışıyor. İçlerinde kişiliksizleştirdiği bazıları olursa onları gündeme getiriyor, ilgileniyor, değilse gündemin dışında tutuyor.
‘Sanatı içine tükürüp attılar’
Sürgünlerin ülkeye dönebilme koşullarının oluştuğu durumunda politik süreçlerde katkı sağlamak gibi bir rolleri olacağını düşünüyor musunuz?
Katkı sağlayacaklarını düşünüyorum. Türkiye’ye dönmeleri halinde, politik bakımdan daha organize olmaları, ideolojik, teorik, kültürel üretim yapmaları ve politik sürecin toplumsal ilerlemede daha etkin hale gelmesine önemli katkı yapmaları mümkün olur görüşündeyim. Sürgün yıllarının sürgündeki entelektüel emek sahiplerine belli konularda katkı yaptığını sanıyorum. Özellikle de sanat ve siyasetin dokusal olarak bir bütünlük içinde ele alınması, sanatın siyasete katkısının bilince çıkartılması konusunda belli bir mesafenin kat edildiğine, bu tarzın Türkiye’ye taşınması durumunda hem sol siyasetin eski ideolojik kuruluktan, hem de sanatın ‘sanat, sanat içindir’ yavanlığından kurtulacağına inanıyorum.
Bununla birlikte, sanat-siyaset, siyaset-demokrasi üçgeninde sürgünler tarafından özümlendiğini yakinen biliyorum. Sanatla sol siyasetin, siyasetle demokrasinin sentezlenmesi karşılıklı kaldıraçlarla belli bir düzeye çıkıp bir momentte buluşmaları, siyaset ve sanata yeni bir perspektif kazandıracaktır.
Sistemin Erdoğan öncesi hükümetleri sanatı şöyle ya da böyle istismar demesek bile değerlendiriyorlardı. Erdoğan hükümeti “sanatın içine tükürüp” sistemin dışına attı. Sanat artık sistem karşıtı bir yere güçlü bir şekilde oturtulmalıdır. Tabi ki solun da geçmişte, siyaset arenasında sanata vermediği değeri vermeyi öğrenmesi gerekiyor.
Son olarak önümüzdeki dönemlerde platform olarak yapılması planlanan çalışmalardan bahsedebilir misiniz?
Sürgünler Platformu 1 Aralık 2013 tarihinde Köln’de yapılan kongrede geleceğe yönelik belli kararlar aldı. Avrupa’daki sivil toplum örgütleri, parlamento vb. kurumlarla ilişki kurmak, bu alanlarda çalışan sürgünlerle görüşmek, sürgünlerin ülkeye dönüş sorunlarını ele almak, bu konuya dair gereken girişimlerde bulunmak, hukuki sorunları olanların sorunlarının çözümü için hukukçu arkadaşların desteğini sağlamak, sürgüne yeni gönderilmiş olanlara gereken desteği vermek, Türkiyeliler dışındaki sürgünlere de gereken yardımı sağlamak gibi perspektifler belirlendi.
DGM’de idamla yargılandı
TESLİM Töre ve 12 arkadaşının yargılandığı Türkiye Komünist Emek Partisi (TKEP) davasının İstanbul DGM’de görülen duruşmasından bir kare. Hakkında idam cezası istenen TKEP üyeleri; Teslim Töre, Yusuf Ergun Adaklı, Hüseyin Bakır, Murat Toprak, Kenan Kalyon ve Mehmet Ali Ayhan. Duruşmada TKEP Genel Sekreteri Teslim Töre burjuvazinin komünistlere karşı önyargılı davrandığını belirterek kurulan mahkemelerin de önyargılı olduğunu söylüyor. (21 Eylül 1993)
852 kez okundu.