Teslim TÖRE
Sürgünlük ve sürgünler sorunu dünyanı en önemli konularından birisi haline geldi. Özellikle de AB’ de temel bir sorun oldu. Suriyeli sürgünler karşısında bir bütün olarak AB’ nin özel olarak da Almanya’ nın uykusu iyice kaçtı. Angela Merkel karar üzerine karar değiştiriyor. Bir dünya savaşına girmiş, ya da hazırlanıyormuş gibi bir telaş içerisinde. NATO’ nun deveye girmesini, Egede AK Denizde savaş gemileri ile devriye gezerek göçmenlerin AB’ ye gelmelerini engellemesini istiyor. Bu bağlamada NATO ülkelerini toplantıya çağırıyor. Şimdiye kadar hiç olmadık ölçüde sık sık Erdoğan ve Davutoğlu ile görüşmeler yapıyor. Aldığı ikazla Erdoğan ve Davutoğlu’nun Kürdistan’da işlemiş ve işlemekte olduğu cinayetlere sessiz kalıyor. Erdoğan devletinin Kürdistan da acımasızca yapış ve yapmakta olduğu katliam ve yaratmış olduğu yıkımlara seyirci kalıyor. Devlet güçlerinin Cizre’ de onlarca yaralı insana acı çektirerek öldürmesine göz yumuyor. Devletin yıkıp harabeye çevirdiği Cizre’ ye sokaklara çıkma yasağının kaldırılmasından sonra heyetler gönderip, BM’ ri göreve çağıracak rapor bile hazırlatmıyor. AB, Erdoğan Türkiye’ sinin bu insanlık dışı uygulamalarına karşı duyarsız davrandıkça’ bil vesile AİHM’ de Kürt Halkının şikayetleri karşısında gereken duyarlılığı göstermiyor.
AB şimdilik Merkel’ in diplomasi trafiği ile sürgünler sorununa güvenliğe dayalı bir çözüm bulmaya çalışıyor. Ancak belirtmek gerekir ki, Sürgünler sorunu bir güvenlik sorunu ya da palyetif yöntemlerle giderilecek kadar basit bir sorun değil. Sürgünler sorunu global kapitalizminin yaratmış olduğu global boyutlu bir sorundur. Çözümü de eşyanın tabiatı gereği buna denk olmak durumunda. Global kapitalizmin bir ürünü olarak oluşmuş ve globalleşmiş sürgünler sorunu doğal ve zorunlu olarak da global boyutlu yöntemlerle çözülmek zorundadır. Globalizmden global olarak doğan, global boyut kazanan sürgünler sorunu : Erdoğan- Merkel arası diplomasi yöntemleriyle lokal olarak çözülemez. Toplumsal sorunun kendine denk yöntemlerle çözülmesi bir arzu, istek sorunu değil bir doğa yasasıdır. Global bir toplumsal sorun, lokalize edilerek, lokal değil çözümünün de global olması gerekir. AB bunun tersini yapıyor. Sürgünler sorununu da para sorununa indirgediler.
Erdoğan’ a üç milyar dolar verecekler, Erdoğan’ da Suriyeli göçmenleri Türkiye de tutacak, AB’ ye gelmelerinin engelleyecek, böylece Suriyeli göçmen sorunu çözülmüş olacak. Bu bir çözüm değil abesle iştigaldir. Ayrıca Yunanistan yönetimine de baskı yapıyor, tehdit ediyor, süre veriyorlar. Bütün bunlar sürgünler sorununun temeline inmeme, gerçek nedenini anlamama, “dikeni battığı yerden çıkartmak” halk deyiminde olduğu gibi gerçekçi davranamamaktan kaynaklanıyor. Aslında sürgünlerin de tavrı tarzı, yöntemi değişti. Yeni sürgünler bizim gibi : gizli, saklı, kaçak vb. gelip, sonra da polise müracaat edip, polisin “nasıl geldin, niçin geldin, neden ülkemizi tercih ettin, geçerli evrakların, kağıtların var mı ” yapmıyorlar. Sınırlara harbiden dayanıyorlar, tel örgülerini söküyor, aşıyorlar, polisle çatışıyorlar, ayaklarına çelme takan gazetecilerin çelmesi ile yıkıldıktan sonra ayağa kalkıp tekrardan yürüyerek yola devam ediyorlar. İnsan seli gibi demiryollarına dizilerek, varmaları gereken yere kadar gidiyorlar. Onlarda mülteci sayılıyorlar, ama bizim gibi boynu bükük durmuyorlar. Dövüşüyorlar, kapışıyorlar, haklı olarak bir geçmişleri varmış onu alıyorlar gibi bir tutum ve davranış sergiliyorlar.
Şimdiye kadar genel olarak iki tip sürgün vardı. Birisi Ekonomik, diğeri politik sürgündü. Bu her iki sürgünlüğün de sistem kaynaklı olduğuna kuşku yok. O nedenle söz konusu sürgünlerin aktığı yer de kapitalizmin ana malı, emeklerinin, alın terlerinin sömürüldüğü ülkelerdi. Buna rağmen usul ve üslupta yine de emperyalist ülkelerin belirlediği gibi işliyordu. Ama “Arap baharından” sonraki sürgünler hem neden hem de sonuç ve de fiili olarak globalizmin ürünü olduğu çok açık. O nedenle sürgünlük koşulu da bunun kadar açık hale geldi. Globalizm “Arap baharı” adı altında göz göre göre isyanlar yarattı. Libya gibi bazı ülkeleri tümü ile yerle yeksan etti. Yer altı yer üstü bütün kaynaklarına harbiden silah zoru ile el koydu. Tunus’ u yıkıma uğrattı. Toparlanmaya çalışıyor, ama henüz toparlanamadı. Mısır’ ı karman çorman hale getirdi. Yemen tam bir harabeye döndü. Suriye darman dağın edildi. Yüz binlerce insan öldü, milyonlarcası yerini yurdunu terk etti. Kelimenin gerçek anlamı ile insanların yerlerini yuvalarını dağıtan bir felaket. IŞİD gibi bir insanlık dışı vahşeti sardılar bölgenin ve insanlığın başına.
Bunların tümünü kendi başlarına getiren faktörün global kapitalizm olduğunu söz konusu ülkelerin halkları biliyorlar. O nedenle de sadece alın terlerinin, emeklerinin aktığı ülkelere değil evlerini başlarına yıkan global sistemin anamalına doğru akıyorlar. Gelinmiş olunan nokta : sistem ya bütün bu sorunları çözecek ya da kendisi çözülecek noktasıdır. Kapitalizm insanların emeği, alın teri gibi maddi her şeyini aldı. Bütün manevi değerlerini metaya döndürerek, paraya pula çevirdi. İnsanların tutunacağı ne maddi ne de manevi değerler bütünü bıraktı. Her şeyi yedi, içti, saçtı, savurdu. İşçi sınıfının emeğini nesnel emeğe döndürerek, canlı emeğin yerine makineyi koydu. Canlı emeği yani işçi sınıfını üretim sürecinin üreten ve denetleyeni olmaktan çıkartıp, seyircisi haline getirdi. Taşeronluk, esnek üretim sistemi, kalite kontrol gibi hile ve kurnazlıklarla işçi sınıfını ekarte etti. Ama giderek işçi sınıfı dahil bir bütün olarak insanlıkla yüz yüze geldi. Global kapitalizm uygulamış olduğu korkunç yöntemlerle Rosa Lüksemburg’ un “ ya barbarlık ya sosyalizm” dediği ikileme çoktan gelip dayandı. Sosyalizm olmadı barbarlık egemen dünya sistemi haline geldi.
Kendi inancından olmayan, inancında olup da kendirine benzemeyenlerin, boğazını keserek, ateşlere atarak yakan, 21. Y. yılda kadın köle pazarları kuran, barbarlığında barbarlığı olan IŞİD globalizmin ürünüdür. IŞİD gibi bir barbarlığın yönetiminde bile şimdi milyonlarca insan yaşıyor. Söz konusu alanda şeriat kanunları uygulanıyor fakat ekonomi-politikası her şeyin Pazar için üretildiği, petrolün kapitalist dünya pazarlarında satıldığı kapitalizmdir. Bu globalizm içinde yaşanmakta olan bir barbarlıktır. Söz konusu barbarlık mevcut sürgünlerin nedenlerinin başında geliyor. İslam dünyasının sürgünlerinin ezici çoğunluğu ya da tümü bu barbarlığın ürünleri durumundadır. Toptan belirtecek olursam: global kapitalizm uyguladığı insanlık dışı yöntemlerle işçi sınıfının mücadelesini dibe vurdurdu. Fakat üretim güçleri üretim ilişkilerine insani ilişkiler insani değerler de eklenerek sınıf mücadelesi bir bütün olarak insanlıkla kapitaliz arasındaki mücadeleye büyüdü. Bu nedenle kapitalizm can düşmanı olan sınıfı güçten düşürdü fakat kendini kurtarmayı başaramadı. Varması gereken tarihteki yerine bütün bir insanlık tarafından gönderilecektir.
Konunun nedenlerini daha fazla uzatmadan ne yapılması gerektiği bölüme geçeyim. Yukarıda nedenleri üzerinde durarak sınıf mücadelesinin insanlığın kapitalizme karşı mücadelesine büyüdüğüne işaret etmiştim. Sürgünler mücadelesi de insanlığın kapitalizme karşı mücadelesinin bir parçası, birimi olarak sahaya inmiştir. Bu sorun gelip, geçici basit tedbirlerle çözülemez. Erdoğan’ a EURO verip, Aleksis Çipras’ a tehdit savrularak hal edilemez. Bu sorunun köklü çözümü : global kapitalizmin sona ermesi, dünya barışının sağlanması,geri kalmış ülkelerden sömürülerek sermayenin anamalına getirilmiş olan zenginliklerin mutlak eşitlik değil fakat nispi eşitlik ve imgesi ile adil bir şekilde pay edilmesiyle mümkün olacaktır. Kuşkusuz bu uzun vadeli ve köklü bir çözümdür. Hal bu ki sürgünler sorunu kanayan ve giderek kanamaya daha çok devam eden, kısa vadede çözüm bekleyen bir sorun durumunda. O nedenle kısa vadede AB’ nin yapmaya çalıştığı çıkarcı yaklaşımın karşıtı ve onu mahkum eden insan hakları ve etik değerler bütünü bir yaklaşım üretmek gerekiyor.
Bu bağlamda benimde meclis üyesi olduğum Sürgünler Meclisi’ nin yeni döneme denk bir perspektif belirlemesi, yeni bir konsept saptaması yaparak, siyasi arenaya bu yeni konseptle çıkması gerekiyor. Gerekiyor çünkü Sürgünler Meclisi mevcut göçmenler sorununu kendi kapsamı içine alıp, bu temelde teorik, politik, ideolojik bir üretim yaparak, yeni bir diplomatik yapı üretip geliştirmezse geçici çözümü zaten sorununun nedeni olan Türkiye, AB ve diğer ülkelerin merhametine bırakırsa kendisini gereksiz hale getirmiş olur. Artık Sürgünler meclisi kendisini maddi ve siyasal sürgünler meclisi ile sınırlı tutmamalı. Kapsam ve kapasitesini zoraki göçmenleri de içerecek şekilde genleştirip, genişletmelidir. Hazır Kongreye giderken her yoldaş: kongreye bu konu da üretebildiği düşünce ve değerlerle gelerek konuya ışık tutabilir. Bu bağlamda bir diplomasi yapılanması kaçınılmaz olmuştur. Aksi halde Sürgünler Meclisinin zorunlu göçmen sorununu kucaklaması, konu ile ilgili devletlere somut önerilerle giderek, halklardan yana katkı sağlaması olası gözükmüyor.
187 kez okundu.