SİYASAL SÜRGÜN KONUSUNDA DOĞAN ÖZGÜDEN’İN TANIKLIĞI

Düşünce Özgürlüğü İçin 13. İstanbul Buluşması’nın birinci oturumunda Doğan Özgüden’in kısmen özetlenerek yansıtılan tanıklığının tam metni:

Değerli dostlar, Her şeyden önce, Avrupa’nın başkentinden sizlere, hem de görsel olarak seslenebilme olanağı tanıdığı için Şanar Yurdatapan dostuma teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum… Sadece o da değil… Türkiye’de 68’in en yoğun direniş ve kavga günlerinden beri tanıdığımız, 80’lerdeki sürgün yıllarında Evren Cuntası’na karşı yurt dışında beraber mücadele verdiğimiz, bu nedenle birlikte Türk vatandaşlığından atıldığımız Şanar’ı, 80’i aşan tüm yaşamını özgürlük ve demokrasi mücadelesine adadığı için İnci’yle birlikte yürekten kutluyoruz.İstanbul Buluşması bu yıl, Tayyip Erdoğan diktasının, tam da İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üye olma isteğini fırsat bilerek, sürgündeki muhaliflerine karşı yeni bir saldırı başlattığı günlere rastlıyor.Benim de mensubu bulunduğum Avrupa Sürgünler Meclisi’nin son açıklamasında vurguladığı gibi, bu iki ülkedeki muhaliflerini şantaj aracı olarak kullanmaya kalkışan AKP iktidarının bu tutumu utanç vericidir.”Ama sadece Erdoğan dönemi mi?… Ta Osmanlı döneminden beri siyasal sürgünler diktacı yönetimlerin her daim boy hedeflerinden biri oldular.Fransız İhtilali’yle başlayan ve tüm Avrupa ülkeleri gibi Osmanlı Devleti’ni de sarsan özgürlük ve insan hakları için mücadeleler döneminde sürgün acısını ilk tanıyanlar, Kızıl Sultan Abdülhamit’in istibdadına karşı mücadele veren Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Paşa, Mithat Paşa ve Tevfik Fikret gibi hürriyetperver aydınlardı.1876’da ilan edilen Birinci Meşrutiyet’in Abdülhamit tarafından rafa kaldırılmasından sonra İstanbul ve Selanik gibi iki Osmanlı metropolünün yanı sıra Kahire, Paris, Londra ve Cenevre’de organize olan Jön Türkler ikinci sürgün kuşağını oluşturdular,Ama sürgünü kitlesel olarak yaşayanlar, hiç kuşkusuz, 1895-96 soykırımında canlarını kurtarabildikten sonra bir bölümü Amerika, Kanada ve Avrupa’ya, bir bölümü de İstanbul, İzmir ve Trabzon gibi büyük kentlere göç edebilen Ermenilerdi.20. Yüzyıl’ın ilk büyük sürgünü de yine 1915 soykırımından kurtularak tüm dünyada diyasporalar oluşturan Ermeni ve Asurilere aitti. Onu 1919’dan itibaren Rumların kitlesel sürgünleri izledi.28-29 Ocak 1921 gecesi de, Baku’da Türkiye Komünist Partisi’ni kurduktan sonra sürgünden dönüş yapan Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı yurda girdiklerinde Karadeniz’in sularında boğularak vahşice katledildier.1945’te CHP iktidarının kışkırtıp yönettiği Tan baskınından sonra, 50’li yıllarda iki büyük gazeteci, Sabiha Sertel ve Zekeriya Sertel, yıllarca zindanda yatırılan büyük şair Nazım Hikmet artık ülkede özgürce çalışma olanağı kalmadığı, yaşamları tehlikede olduğu için Türkiye’den ayrılmak zorunda kaldılar. Fahrettin Petek, Jak İhmalyan, Aram Pehlivanyan, Abidin Dino, Güzin Dino, Bilal Şen, Necil Togay, Gün Benderli, Zeki Baştımar da mücadelelerini sürdürebilmek için sürgünü seçmek zorunda kalan komünist aydınlardı.Ama sürgünü kitleselleştiren hiç kuşkusuz Türkiye’deki 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleri oldu. O dönemin sürgünleri, 60’lı yıllarda Avrupa sermayesine ucuz işgücü olarak satılan göçmen işçilerin oluşturduğu devrimci örgütlerle birlikte yurt dışında anti faşist mücadele saflarında yer aldılar.Bunun içindir ki, onlardan yüzlercesi, 12 Eylül sonrası dönemde Evren tarafından «kansızlar» ve “vatan hainleri” diye suçlanarak vatandaşlıktan atıldılar. Askerlik yapmayı reddettikleri için ya da başka nedenlerle bu dönemde Türk vatandaşlığından atılanların sayısı 14 bin’i aşıyordu.12 Mart ve 12 Eylül darbelerinin ardından sürgüne çıkmak zorunda kalanlar genellikle sosyalist hareketimizde ya da Kürt, Asuri, Ermeni, Ezidi, Alevi örgütlenme ve yayınlarında faşizan baskılara hedef alınmış arkadaşlarımızdı. AKP iktidarı döneminde de arkası kesilmeyen sürgünlere baskı ve tehdit uygulamaları, 2016 çakma darbesinin ardından KHK uygulamalarıyla yeni bir boyut kazandı. Değerli yüzlerce gazeteci ve akademisyenlerin yanı sıra Erdoğan diktasının düşman ilan ettiği bir başka kategori de sürgüne çıkmak zorunda kaldı… Yurt dışında Erdoğan iktidarına özellikle diplomatik ilişkiler, Türkçe eğitim kurumları ve sosyal örgütlenmeler konusunda en büyük desteği vermiş olan Hizmet hareketinin mensupları da 2016’dan itibaren hain ilan edildiler… Öyle ki, bu kez sürgünü seçmek zorunda kalanlar arasında NATO’nun Brüksel’deki karargahında ve Avrupa’nin çeşitli kentlerindeki üslerinde görevli Türk subayları da vardı.Evet, ülkemiz tarihi, Osmanlı’da başlayıp cumhuriyet döneminde de ardı arkası kesilmeyen Ermeni. Asuri, Gerek, Kürt, Ezidi, Alevi soykırımlarıyla, Trakya’yı Yahudilerden temizleme operasyonuyla, Müslüman ve Türk olmayanları hedef alan Varlık Vergisi uygulamasıyla, 6-7 Eylül 1955, Kahramanmaraş, Çorum, Sivas pogromlarıyla, bir sürgünler tarihidir.Ben ve eşim İnci Tuğsavul, yarım yüzyıl geçti, hâlâ sürgündeyiz… Bizden önceki sürgün kuşağından Nazım Hikmet Moskova’da, Sabiha Sertel Baku’da, Zeki Baştımar, Aram Pehlivanyan, Jak ve Anjel Açıkgöz Almanya’da, Fahrettin Petek Fransa’da, İsmail Bilen Bulgaristan’da yaşama veda ettiler. 12 Eylül sonrası sürgünlerinden Behice Boran ve Garbis Altınoğlu’nu Belçika’da, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya ve Uğur Hüküm’ü Fransa’da, Nihat Akseymen’i İngiltere’de, Nubar Yalım’ı Hollanda’da, Enver Karagöz, Doğan Akhanlı, Ali Ertem, Haydar Işık ve Gökhan Harmandalıoğlu’nu Almanya’da, Teslim Töre’yi İsviçre’de kaybettik.Kürt ulusal direnişinin kadın militanlarından Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez 9 Ocak 2013’te Paris’in göbeğinde Türk Devleti’nin bir tetikçisi tarafından alçakça katledildiler.İnci ve ben, sürgünümüzün 51. yılındayız. İkimiz de çok iyi biliyoruz, ileri yaşlarda ne yapsan nafile, pas demiri yiyor…Bir gün, bu toplantıda olduğu gibi sadece suretlerimizle değil, ismen değil, cismen de gerçekten güzelim ülkemizde olacak mıyız? Bilmiyorum…Türkiye’de seçimler yaklaşıyor… Muhalefeti oluşturan tüm partilere düşen önemli görevlerden biri de, Avrupa Sürgünler Meclisi başta olmak üzere, demokratik göçmen örgütleri, Asuri, Ermeni, Ezidi, Grek ve Kürt diyasporalarını temsil eden kuruluşları muhatap almak, onların iradesini de sandığa yansıtmaktır.Siyasal sürgünler üzerindeki tüm baskılara, hayatlarına kasdetmeye kadar varan tehditlere, rengarenk arama bültenlerine son verilmeli, tıpkı 1974’te Yunanistan’da faşist cuntanın devrilmesinden sonra yapıldığı gibi, tüm siyasal sürgünlere vatandaşlık haklarını eksiksiz tanınmalı, ülkelerine özgürce dönmelerinin, mesleklerini ve de siyasal çalışmalarını Türkiye’de sürdürmelerinin önündeki tüm engeller ortadan kaldırılmalıdır.Türkiye’nin gerçekten demokratikleşmesi isteniyorsa, sandığa onların iradesi de mutlaka yansımalıdır… Sürgün tarihe gömülmelidir…

Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.


37 kez okundu.

Check Also

SÜRGÜNLÜK VE ETNOLOJİ – Engin Erkiner

            Sürgünlükle ilgili incelemeler, bu sürgünlük ülke içinde veya dışında …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir