Son haftalarda Türkiye medyasının gündemini dolduran “Şiwan’ın Türkiye’ye dönüşü” içerikli yazılar, giderek dolaylı da olsa “sürgünler ve sürgünlük sorunu” üzerine bir hatırlatma da yapmış oldu. Politik yapılarda sürgünlük sorunu, iç politikanın yönlendirilmesinde bir araç olarak kullanılmaya hazır hale getirme çabaları başladı. Geçmişte her seçim öncesi iktidarlar tarafından yeniden gündemi dolduran “yurt dışında çalışan TC Vatandaşı işçilere oy hakkı” sorununda olduğu gibi, bu kez de sayıları kimilerince yüzbinlerle kimilerince birkaç milyonu bulan “sürgünlerin ülkeye dönebilmeleri” temalı tartışmalar ve genel af söylentileri gündemin ilk sıralarına oturdu.
Hiçbir kurum ya da bireyin, bir sürgünün hangi biçimde olursa olsun, terk etmek zorunda kaldığı ülkesine geri dönüş istemini kınamaya hakkı yoktur, olamaz. Sürgünlük, dayanılması zor bir yaşamı dayatır insanlara. Ama böyle bir istemin politik kurumlarca istismarı ve seçim malzemesi olarak kullanılmasının, yöntem olarak tartışmaları bir yana koyacak olsak dahi, en azından, ahlaki bir davranış olmadığı açıktır.
Bizim coğrafyamızda sürgünlük olgusu, sadece 70 ya da 80’li darbelerin, ürettiği yakın tarihle sınırlı bir olgu değildir. Ve “dar anlamda doğrudan politik iktidar çatışmasının yasalara dayalı” sonuçları üzerinden tanımlanabilen “hukuksal” bir kavram değildir. Bir politik-sosyal dayatma biçimi olan sürgünlüğün tarihi, çok daha geniş bir içeriğe sahip olarak, çok uzun yüzyılları kapsayan bir zaman dilimine yayılmaktadır. Ulus, din, inanç, sermaye ya da başka temellerde egemen olanın ötekinin varlığına tahammüllü olmayan “tekçi” anlayışları hukuk sitemi içerisinden dayatması; ya da aynı egemenliği ‘mahalle baskılarına’ dayandırarak gerçekleştirmeye yönelmesi; özgür yaşam olanaklarının sınırlarının daralması ya da tükenmesi ya da ekonomik olarak kendini ve ailesini insanca yaşatabilme olanaklarına sahip olamamak gibi nedenler de artık bir ülkeyi terk etme zorunluluğu gerekçelerini oluşturur. Zira sürgünlük, hangi gerekçeyle tanımlanırsa tanımlansın, sonuçta bir “göçe zorlanma” halidir.
1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin dört maddesine aykırı durumlar “ülkeyi terk etme zorunluluğunun meşru gerekçeleri” olarak kabul görmektedirler:
“Madde 1: Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.
Madde 3: Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.
Madde 13: Herkesin bir devletin toprakları üzerinde serbestçe dolaşma ve oturma hakkı vardır. Herkes, kendi ülkesi de dâhil olmak üzere, herhangi bir ülkeden ayrılmak ve ülkesine yeniden dönmek hakkına sahiptir.
Madde 14: Herkesin zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı vardır.”
Bu nedenle çağımızda her devletin sorumluluk alanlarına ilişkin tanımlar, ‘topraklarında yaşayan insanlara insan onuruna yakışır bir yaşam olanağı sunmak’ görevini de katmaktadır.
Bu çerçevede ele alınınca, topraklarımız söz konusu olduğunda sürgünlük sorunu, Osmanlı’nın son yüzyılından başlayarak ve özellikle 1915 Soykırımının altı çizilerek Cumhuriyet’e akıp gelen ve Anadolu-Mezopotamya topraklarını “halklar ve kültürler mezarlığına çeviren” bir tarihle denk düşmektedir. Ermeni, Asuri-Keldani halklarına yönelik soykırımlardan Rumların yakın tarihlere kadar yerleşik oldukları kendi topraklarından sökülüp atılmalarına; haritadan 3500 köyü de silerek yaygınlaştıran Kürt katliamlarından “ananı da al git” vurgularıyla dillendirilen politik baskılara kadar geniş bir sürgün uygulama alanıdır bu topraklar.
Sürgüne dayalı politika uygulamaları, üstelik sadece seçim arifelerinde dile getirilebilen “bir genel af ile ortadan kaldırılabilecek” nitelikte bir insan hakları ihlali eylemi değildir. Sürgün politikası, çok daha kapsamlı, çok daha yaygın, çok daha derin etkileri olan bir insanlık suçudur. Ve doğrudan sürgün gerekçesi olarak ortaya çıkan nedenler kapsamlı bir değişime uğratılmadan ve bunlar temel hukuk tarafından güvence altına alınmadan sürgünlüğü ortadan kaldırmak mümkün değildir.
Türkiye Cumhuriyeti başbakanı, sürgün politikalarına yönelik bir düzeltme de bulunmak istiyorsa, biz Avrupa’da Sürgünler Meclisi Yürütme Kurulu olarak bu istemin gerçekleştirilebilmesinin yollarını kendilerine anlatmaya hazırız:
1- Sürgün sorununun kökten çözümü esas olarak bir demokratikleşme eyleminin sonucudur. Bunun için öncelikle devleti oluşturan temel tanımları yeniden tartışarak, tek ulusçu toplum-devlet modeli yerine, bizim gerçekliğimizin ifadesi olarak, Anadolu-Mezopotamya coğrafyasında yaşayan bütün farklılıkların kendi kimliklerini özgürce yaşayabilecekleri; adil, eşitlikçi; çoğulcu, katılımcı bir demokratik toplum ve siyaset sistemini yerleştirmek gereklidir.
2- Böylesi bir süreci başlatabilmek için tarihle yüzleşmenin de gerçekleştirilmesi zorunluluktur.
3- Tekil düzenlemeler, tek tek sistemle anlaşabilen bireyleri sürgün yaşamından belki kurtarabilir, ama batağı kurutulamayan sürgünlük salgını büyüyerek devam eder. Avrupa’da Sürgünler Meclisi bu alanda çalışma yapan bir kurum olarak, sürgünlerin istemleri temelden gerçekleştirilmeden bu türden tekil girişimleri, kamuoyunu yanıltıcı, ahlaken zorlayıcı etkilerinin de olacağını düşünerek, uygun ve doğru bir yol olarak görmemekteyiz.
Sürgünler zaman zaman politik iktidarlar tarafından bir malzeme olarak kullanılmaya çalışılmıştır. Ama bildiğimiz bir diğer gerçek ise, bu tür kullanılmayı kabullenen sürgünlerin son kullanım tarihlerinin çok kısa olduğu gerçeğidir. Bu yöntem Osmanlı zamanında da bugünküyle aynı tarzda ve içerikte kullanılmaktaydı. Unutmamak gerekir ki, ahlaki ilkeleri hiçe saymayan, kendi inançlarına sırtını dönmeyen, makyavelist bir çıkar ilişkisini benimsemeyen kimlik sahibi bireylerle uygulanamaz. Böyle bir istemde bulunmak, doğrudan doğruya, sürgünlerin onurlarıyla oynamak anlamına gelir.
Oysa uğruna onca bedel ödediği değerlerini reddetmeyen kimlik sahibi bir sürgün, her hakkın kazanımında olduğu gibi bu alanda da, “hak ve özgürlüklerin, bunu isteyenlerin verecekleri birlikte mücadele ile kazanılabileceğine” inanır.
Biz Avrupa Sürgünler Meclisi Yürütme Kurulu olarak doğru olanın da bu yol olduğuna inanmakta, bunu savunmaktayız.
673 kez okundu.