FOTOĞRAF KÖPRÜSÜNDE “MASKESİZLERLE”

Ganime GülmezFOTOGRAF KÖPRÜSÜ

 

Uçurtması

mavilerde yiten çocuk

yüreğini yitirme

Bak

tüm çiçekler

ve kuşlar

inan ki seninle

Sıkıntılar çarşısına düşersen

türkülerimizi dinle”-Süleyman Oky-

Sıkıntılar çarşısı’ndan çıkamadığımız bu ağır zamanlarda, ‘emeğin ihanet bekçileri’ haline getirildiğimiz bu asırda; bir ışık topu düşüverdi posta kutusundan elime. Hırçın, coşkulu, ağıtlı, umutlu türkülerimizle…Onları dinlemeye koyuldum yapyabancı kalabalıklar içerisinde, hem de eve yetişmeye bile sabredemeden, otobüslerde!

Maskesizim\ farkımız bu” dizeleri çarpıverdi Gülazer Akın’dan yüzüme. Demir çitler arkasındaki bir duvara asılı, tuvale düşülmüş giysisiz iki kadın fotoğrafı karşısında; “maskesizim” mütevaziliğinin gümbürtüsü içimi titretti.

Zeynep Avcı; hem de yıllardır yaşamak zorunda kaldığı bir hücreden, “kalabalıklar” yazışındaki coşkuyla sarstı. Onun İstanbul’da tramvaya atlayışında, hem de hapishaneden çıkalı iki gün olmuşluğun heyecanında buluverdim kendimi. “Hadi koşuuun” çağrısına yanıtı ve kahkahalarımı engelleyemedim. Fotoğraftaki sahneye onlarla atlayıverdim.

FOTOGRAF KÖPRÜSÜ2resim

Kış, soğuk; insanların donuk sevgisiz bakışları. Hayatın-zamanın dizginleyemedikleri hızının arkasında, ne için olduğunu artık hissedemedikleri koşturmacaları. ‘Sıkıntılar çarşısı’!

 

Düşünmeyen insanın geleceği, \ ne şizofreni, ne sürgün, ne de hapishane ile kararır”, diyor Adil Okay.

…Halbuki dışarıda beyni tutsak, içeride bedeni tutsak bir toplumsal yapının örüldüğünü görüyoruz”, diyor Özcan Yaman.

Tıpkı Zeynepler’in tramvay yolculuğundaki gibi sevinçten çıldırmak; Gülazer’in sesiyle “çıkarın maskelerinizi, hadi inelim otobüsten maskesiz, yeter diyelim artık oynatıldığımız bu tiyatro sahnelerine” diye bağırmak geldi içimden. Hayal mi bunlar? Olsun! Öylesine güzel çılgınca hayaller kuruyorum tutsaklarla, hem de fotoğraflardaki dehşet güzel sahnelere atlayarak; tüm duvarlara-sınırlara inat!

Sabahattin Ali’nin duvarlara yalattığı deli dalgalar geliyor aklıma. Ve daha nice dizeler dökülüveriyor capcanlı avuçlarıma. Ekleniyor bu ışık topuna! Eski hapishaneleri tarihe gömdüklerini sanıyorlar ama; izleri, dizeleri, türküleri dünyanın neresine gidersek gidelim bizimle geziyor. Ve yeni “Tiplerde” hapishanelerin izleri, dizeleriyle örülüveriyor.

Adil Okay’ın Ağustos ayından itibaren Görülmüştür Ekibi yazışmaları içerisindeki iletileri geliyor aklıma. Zeynepler’in tramvay yolculuklarındaki gibi, otobüste kahkahamı zor tutuyorum. “Şu kadar fotoğraf okuması geldi. Şu kadarı kaldı. Şu arkadaşın mektup yasağı bitmemiş. Mektup yasağı olan arkadaşın yerine, şu isme aynı fotoğrafı gönderdim…”. Ardından; “sergi tarihi erkene alındı. Elimizdekileri yetiştirmeye çalışıyoruz…”. Ardından; “şu şu şu arkadaşların mektupları da geldi. Hemen yetiştirmeliyiz..:” yazışmalarındaki trafik yoğunluğu geliyor aklıma. Oda ekleniyor Zeynepler’le kahkahalara.

Bilgisayarın başında; “tam bu Proje’nin gerçekleştirilme anında, iki gün internet, cep telefonu bağlantıları kesilse. İnternetsiz ve telefonsuz iki gün. Sadece o iki gün insanlar, yığınla tutsağın mektup engelleri  karşısında yıllardır çektiklerini-hissettiklerini anlasa. Görülmüştür Ekibi’nin; bu işi nihayetlendirme sürecinde sabır sınırlarının hangi boyutta zorlandığını anlasa…Bu Proje başka zihinlerde de ete-kemiğe bürünse” sitemlerim geliyor aklıma.

Anne babalara saygısızlık olmayacağını umarak; Fotoğraf Köprüsü’nün inşa süreci-tamamlanışı, sanırım bir çocuğun dünyaya gelişindeki sancılı süreçten daha uzun sancılar barındırdı. Bu sancıları bir kaç kişi değil; 55 tutsak, dışarıda bu çalışmaların sonucunu bekleyen ekip, hem de aylar boyunca pes etmeme dirayetini göstererek taşıdılar. Fotoğraf Köprüsü’nün inşası; Boğaz Köprüsü trafiğinde, bir arabanın içerisinde mahsur kalıp, ‘gaza basıp, kontağı açma’ isteğinizin aylarca engellenişi gibi upuzuuun bir yolculuktu kısacası:-)

Ve kocaman bir ışık topu; kaç elden, kaç gözden, kaç duvardan, kaç postaneden, kaç bilgisayar ekranından.. sızarak bu Köprü’de cisimleşti.

Fotoğraf Köprüsü’nde yürüyüşe koyulduğunuzda bırakın; gözünüzün ve yüreğinizin pası silinsin. “Bildiğimiz” gibi fotoğraflar yok orada; ben “bildiğim” gibi fotoğraflara rastlayamadım. “Bildiğimiz” gibi şiirler-yazılar yok orada; ben “bildiğim” gibi  şiirlere-yazılara rastlayamadım. İnsanın insana-kendisine yabancılaşmasının en üst düzeyde seyrettiği bu asırda, tecrit koşullarında pası silinmiş “göz-yürek” sesleriyle buluştum. Fotoğrafların görüntüsü, dizelerle bambaşkalaştı. Dizeler bazen su gibi akmış, bazen kelepçelenmiş-tutuklanmış, bazen özgür akamayacağının kaygısıyla kapanmış, bazen ‘beğenilmeyebilir’in endişesiyle sessiz sessiz dökülmüş, ama yine de gümbürdemiş…İnsana ait sayısız hal, ‘maskesizlik’i yakalama kaygısıyla kağıtlara nakşedilmiş!

Gönül ister ki; daha fazla insan-biz, bambaşka yerlerde ama hep birlikte, bu “göz-yürek” sesleriyle, ışık topuyla buluşabilelim. Eski hapishane yazıtlarıyla yenileri arasında; hem de dışarıda, biz de bir ‘Köprü’ inşa edebilelim!

Bu dehşet mozaiği-çokluğu-duygu yoğunluğunu anlatmaya kelimeler yetmiyor. Bunu bir tutsağın, Aynur Epli’nin diliyle anlatmak daha yalın, daha gerçek olacak: “Fotoğrafçı O An’ı\ Yani İmkansızı\ An’da durduruyor”. Unutmayalım; onlar için, dışarıya ait her manzara, dondurulmuş-durdurulmuş; ancak yürekte-bellekte taze bir anı bohçası. Ve Adil Okay’ın dediği gibi Onlar, istedikleri zaman yalnız kalıp-istedikleri zaman kalabalıklara karışıp gözlem yapamazlar; “Bu açıklarını ancak düş gücüyle ve anı bohçasına başvurarak kapatırlar. Ve okuyarak”.

Bu anı bohçalarına dokunuşların reeleşmesini sağlayan Görülmüştür Ekibi’ne, bu  dokunuşların ‘durmuş Anlar’ını yakalayan Redfotoğraf Grubu’na,  yıllardır göremedikleri manzaraları yorumlarken zihin bariyerlerini aşıp-seslerini bize iletmekte tereddüt etmeyen tutsaklara; düşüncenize-yüreğinize-emeğinize sağlık!

Eski bir mahpus olmanın anı bohçalarıyla, eski mahpusluklarda yazan şairler-yazarların ürettikleriyle yenilerini birleştirmek; daha hala inanılmaz-inanamadığım maceralı bir yolculuk!  Bu Fotoğraf Köprüsü’nde yürümek, sadece ama sadece gözümüzün-yüreğimizin sesiyle ilerlemek; şaşırtıcı bir yolculuk! Zindanda olmamamıza rağmen, dışarıdaki beyin tutsaklıklarına inat, bu ışık topunu nereye takacağımı şaşırdım:

Demir parmaklıklardan

 girdi içeri

uçarı

bir demet ışık

şaşırdım

Şaşkın ışık

hoş geldi

söyle bakayım

 seni nereye takayım

Süleyman Okay-

Not: Alıntı yapılmayı hakeden, insanı dolu dizgin at koşturur gibi paylaşmaya iten; dehşet güzel fotoğraflar ve yorumları var Kitapçık’ta. Ancak bu bir yazıya sıkıştırılacak gibi değil. Her tutsaktan bir demet paylaşamadığım için, biraz mahcubum!

 

 

334 kez okundu.

Check Also

SÜRGÜNLÜK VE ETNOLOJİ – Engin Erkiner

            Sürgünlükle ilgili incelemeler, bu sürgünlük ülke içinde veya dışında …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir