ASIRLARA SIĞMAYAN ACI : SÜRGÜN – Fevzi KARADENİZ

Sürgün denince her nedense, Mezopotamya – Anadolu toprakları gelir aklıma. O topraklarda tarih boyunca yaşanmış uygarlıklar, kadim halklar…

0 topraklarda evleri, hanları, hamamları, şatoları, konakları, sarayları ve bilcümle kutsal mekanları inşa eden, alın teri döken köleler, azaplar, ustalar; ekip biçen köylüler, emekçiler…

Bin yıllardır o topraklarda yaratılan değerlere el koyan haramiler; halkları yerinden- yurdundan eden krallar, hükümdarlar, sultanlar, şahlar, padişahlar ve yeni zamanlarda zorba devletlerin jenositleri, kanlı kırımları, soygun ve talanları,  sürgünleri gelir aklıma.

Sürgün denince, Mezopotamya – Anadolu insanları gelir aklıma. Bir yanda erenler, evliyalar, sanatkarlar, şairler, bilginler; öte yanda cahiller, zalimler, diktatörler…

 O topraklarda hukuk ve adaletin, özgürlük ve demokrasinin olmadığı her devirde düşünürleri, komünistleri, devrimcileri hapsettiler, ipe çektiler, öldürdüler, sürgüne gönderdiler.

İşte, 100 yıl önce Ermeniler, Süryaniler, Ezidiler o sürgün yollarındaydı. O yollarda ölen her bir kardeşin, ana-kız, baba- oğulun mezarları ayrı  diyarlarda kaldı. Dönemin “ Jîn “ dergisi, Kürtlerin o yollardaki acı feryatlarıyla, “ Hawaar!” larıyla doludur.

Eski zamanların sürgün yerleri “kuş uçmaz, kervan geçmez” Mısır- Libya çölleri, kaleler, kalebentlerdi. Modern zamanlarda bunlara Avrupa ülkeleri eklendi. Halkların ve sürgünlerin kaderi değişmedi.

Cumhuriyetin daha ilk yıllarında sürgünden dönen Mustafa Suphi ve yoldaşları Karadeniz’in karanlık sularında vahşice boğazlandılar.

1940’lı, 50’li yıllara kadar sürgün cezası daha çok komünistlere ve Kürtlere uygulandı. Dönem boyunca TKP’nin tüm yöneticileri ve bağlantılı aydınlar, yazarlar, şairler sürgün cezasından en ağır paylarını aldılar. 

Kürtler ülke içinde gruplara ayrılarak, değişik bölge ve şehirlere sürgün edilirken, Kamuran Bedirxan, Cegerxwin, Osman Sabri gibi aydınları Suriye ve Lübnan’da sürgün hayatı yaşadılar.

1960’lı ve 70’li yılların nispi özgürlük ortamının ardından gelen 12 Mart ve 12 Eylül diktatörlük yıllarında sürgünlük, komünistler ve Kürtlerle sınırlı kalmadı. Onlarla birlikte bağımsız aydınlar, sanatçılar, devrimci gençler,  giderek faşizme karşı duruş sergileyen çok sayıda demokrat insan sürgüne düştü. 

Bizler sürgüne düştüğümüzde; Adıyaman’dan çıkıp, Suriye ve Fransa’da sürgün hayatı yaşayan, 1944’te faşizme karşı savaşırken Paris’te Alman faşistleri tarafından kurşuna dizilen Misak Manuşyan  İvry  Mezarlığı’nda yatıyordu.

1952’de vefat eden Kürt dilbilimci Celadet Ali Bedirxan Şam’da, Nazım Moskova’da, 1968’de yaşamını yitiren Türk basın tarihinin yüz akı Sabiha Sertel Bakü’de, Belgrat’ta hayata veda eden Hikmet Kıvılcımlı Topkapı Mezarlığında, Dersim’den Suriye’ye uzanan hayatı 1973’te orada noktalanan Nuri Dersimi Afrin’de, Uzun yıllar Almanya’da sürgünde yaşayan İstanbul Üsküdarlı Aram Pehlivanyan Leipzig Mezarlığı’nda yatıyordu…

1980 sonrasından günümüze değin ise, sürgünde yaşayan yüzlerce arkadaşımızı, dostumuzu, yoldaşımızı kaybettik. Paris’te Yılmaz Güney, Abdurrahman Kasımlo, Ahmet Kaya, Erdem Buri, Uğur Hüküm Pere Lachaise Mezarlığı’nda yatıyorlar. 68’lilerden DDKO’lu Ahmet Karlı doğduğu topraklara Siverek’e, Mehmet Koç  hayalinde yaşattığı köyüne, Malatya’ya gönderildi.

İsveç’te hayatını kaybeden DİSK’li sendikacılardan Enver Türkoğlu Topkapı Mezarlığında, Asım Özçetin Tarsus’ta toprağa verildi.

Behice Boran Belçika’dan, Fakir Baykurt Almanya’dan, Sıtkı Coşkun Danimarka’dan  İstanbul Zincirlikuyu Mezarlığı’na uğurlandılar. 

Mehmet Uzun, Nedim Dağdeviren, Burhan Karadeniz Diyarbakır- Mardinkapı Mezarlığı’nda yatıyorlar. Atina’da hayatını kaybeden Aram Dikran Brüksel’de toprağa verildi.  Oysa  vasiyeti Diyarbakır’da gömülmekti.

Nurettin Zaza, İsmet Şerif Vanlı 50 yıldan fazla sürgünde yaşadıkları İsviçre’de toprağa verildiler. 60 yıl sürgünde kaldıktan sonra ülkeye dönen ve İstanbul’da yaşama veda eden Mehmet Bozışık Feriköy Mezarlığında yatıyor.

Sümeyra Çakır Frankfurt’ta aramızdan ayrıldı;  “ Uyku basmış, ela gözler sönüyor “ Sesi kulaklarımızdan çıkmıyor. Şirin Cemgil, eşi ve bütün devrimcilerin yoldaşı Sinan’ın yanına,  Karacaahmet’e uğurlandı. Teslim Töre, vasiyeti üzerine aynı mezarlıkta toprağa verildi.

Enver Karagöz, Adnan Keskin, Gökhan Harmandalıoğlu, Rüstem Polat, Haydar Işık,  Ali Erten, Ufuk Bektaş Karakaya, Hüseyin Narlı ve daha nicelerini  Almanya’dan sürgünde  yüreğimiz burkularak uğurladık.

68 gençliğinin öncülerinden Yusuf Küpeli ve Orhan Savaşçı kuzeyin soğuk, merhametsiz ülkesi İsveç’te; Denizlerin yoldaşı Ömer Kral İsviçre’de, Garbis Altınoğlu Belçika’da,  Sarkis Hastpanyan Fransa- Lyon’da aramızdan ayrıldılar.

Vasiyetleri üzerine, sürgün ateşinde yananlar, külleri toprağa, denize, ırmağa  karışanlar, dumanları arşa çıkanlar ayrıldı aramızdan.  Ertan Uyar, Brenda Başar, Tarık Özen, Mustafa Şahin, Nihat Akseymen, Phiromi Miyoten…

Ve kimselerin tanımadıkları, kimsesi olmayanlar. Ölüm haberleri ömürleri kadar kısa olanlar. Sessizce, kimsesizce gidenler… 

Velhasıl sürgünlük zor. Sürgün yaramız yüz yıldır sızlıyor. Hani, “ Kurşun değil, hançer yarası” derler ya; hançer yarası geçer. “ Hançer değil, gönül yarası “ derler ya; gönül bir başka güzele düşer, o da geçer. Sürgün yarası geçmez, sürgünle ölüme gider. Kürtçede bu hallere “ Derdé  Gran “ denir. Ağır dert. 

Sürgün insan fizik olarak ülkesinden,  eşinden, dostundan uzak olsa da beyin ve duygu olarak hep onlarla yaşamaktadır. Sürekli çocukluğuna, ilk gençlik yıllarına gider. Oturduğu, gezdiği yerleri özler, hayal eder. Sürgünlükte her bir yeri, geçmişte yaşadığı yerlere benzetir. Benzemese de benzetir. 

Bunlar ona hem mutluluk verir, hem ağır bir yük olur. Öyle ki, ülkesine dönse de bu ağır yükten kurtulamaz. Kendi yurdunda, evinde bile sürgünde gibidir. 

Çünkü ayrılırken bıraktığı hiçbir şey yerinde kalmamıştır. Yaşlılar gitmiş, gençler yaşlanmış, çocuklar büyümüştür. Evi, sokağı, çocukluğunda oynadığı alanlar, gençliğinde yürüdüğü caddeler, meydanlar artık birer beton yığınıdır.

Bir de düzene yamanmış eski bir dostu “ Şimdiye kadar neredeydin? “Diye sorarsa, dert daha da ağırlaşır. Bu derdi kimse tek başına kaldıramaz.

Omuzlara inen, beyinde, yürekte taşınan bu ağırlıktan kurtulmanın tek çaresi dayanışmada bulunmak, moral değerleri paylaşmaktır. Bu anlamda, Avrupa Sürgünler Meclisi kıymetli bir olanaktır. Onun çalışmalarına katılmak, öneriyle, anıyla, yazıyla katkıda bulunmak, devrimci fikir ve eylemleri uğruna sürgüne düşmüş bir insan için hayatı daha anlamlı kılar diye düşünüyorum. 


75 kez okundu.

Check Also

SÜRGÜNLÜK VE ETNOLOJİ – Engin Erkiner

            Sürgünlükle ilgili incelemeler, bu sürgünlük ülke içinde veya dışında …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir