Geçen gün 20 yıldır yapmak istediğim ama, bir türlü de yapamadığım bir şey yaptım; kendime bir adet Köln-İstanbul-Van bileti aldım!
Yakında geçmişe doğru bir yolculuğa çıkacak; bir zamanlar genç bir gazeteci olarak dolaştığım yerlerde şimdi orta yaşlı bir ‘politik göçmen’ olarak küçük bir tur atacağım.
Bundan 20 yıl öncesi Kürt halkının varlığını ve dramını dünyaya duyurmaya çalıştığım için Türkiye’den kaçmak zorunda kalmıştım.
Soğuk bir kış gecesi şişme bir botla Meriç nehrine açılmış ve o gece orada ölecekken tesadüfen yaşamış, kaçmayı başarmıştım.
Kaçmadan önce de on yılı aşkın bir süre ölümle yaşam arasındaki o ince çizgide gerçek aşkına bağlı gazetecilik yapmıştım.
Sadece gazetecilik yaptığım; haber, makale ve kitap yazdığım için akıl almaz baskılara uğramış; gözaltına alınmış, işkenceden geçirilmiş, hapse atılmış ve sonunda ölüm tehdidiyle karşı karşıya kalmıştım.
Bu yüzden kaçmış, Almanya’dan ‘politik sığınma’ hakkı almış, burada yeni bir hayata başlamıştım.
Kaçmamın üzerinden 20, gazeteciliğe başlamamın üzerindense 30 yıl geçti.
Ve elbette aradan geçen bu 30 yılda çok şey değişti.
Bir zamanlar adından bile söz edilemeyen Kürtlerin ve Kürdistan’ın özgürlüğü şimdi dokunabileceğimiz kadar yakına geldi.
1992 senesinde Özgür Gündem’e 21’inci yüzyılın Kürtlerin yüzyılı olacağını yazdığım için mahkeme bana 2,5 yıl hapis cezası verdi ama, o öngörü gerçekleşti.
Dolayısıyla ödenen bedellerin hiçbiri boşa gitmedi.
Şimdi 30 yıllık bu ateş çemberinden onurunu koruyarak geçmiş biri olarak başım dik geri dönüyorum.
Bundan sonra ne olacağımla da ilgilenmiyorum.
Çünkü bu kadarı bana yetiyor. Ben üzerime düşeni yaptığıma inanıyor, bunun vicdanı huzurunu yaşıyorum.
Şimdi sadece üzerime kabus gibi çöken 20 yıllık hasretin tetiklediği kahrolası bu burukluktan kurtulmak istiyorum.
Şimdi; her gün biraz daha derinleşen ve her gece başımı koyduğum yastıkta çığlık çığlığa inleyen özlemi yenmeye; her gün ve her gece hiç olmayacak düşlerin içinde yürek ezdirmeye son vermeye gidiyorum.
Ne var ki bunca yıl beklememe ve bunca acı çekmeme rağmen bunu başarmam da imkansız görünüyor.
Her şeyden önce de dönüş biletinin yarattığı kırılma bunu gösteriyor.
Oysa bileti almaya giderken seviniyor, dönüşün çoşkusunu yaşıyordum.
Fakat biletimi alınca benliğimin aniden sarsıldığını; oldukça zor bir ikilemin ruhumu esir aldığını fark ettim.
Biri önceki, diğeri şimdiki iki hayatın arasında kalmış, hangisinin gerçek, hangisinin hayal olduğunu anlamakta zorlanmıştım.
Şairin dediği gibi, ‘gitmenin kalmaya açılmış kapısında’ elimde biletim kalakalmıştım.
Kabul etmekte zorlansam da önceki hayatım artık yoktu. O insan artık yaşamıyordu.
Şimdi ortada başka bir hayat ve başka bir insan vardı.
20 yıl önce kaçmış; kaçıp kurtulduğumu sanmıştım fakat, fena halde yanılmışım.
Aslında o nehri geçememiş, önceki hayatımı orada yitirmiş, karşıya bir başkası olarak çıkmıştım.
Bunu aradan 20 yıl geçtikten; kendime bir dönüş bileti aldıktan sonra anladım.
Zamanın geçmişle arama ördüğü kalın duvarları bu yüzden aşamadım. Geçmişi yeniden canlandıracak gücü ve arzuyu kendimde bulamadım.
Anladımki her şey bitmiş, iş işten geçmişti.
Dönüş bileti de 20 yıl önce ölümden kaçan genç gazeteci için değil, orta yaşlı bir sürgün içindi.
Anladımki sürgün benim biricik kaderim ve hayat boyu sürecek kederimdi. Gitsem de, kalsam da bu gerçek değişmeyecekti.
Ama asıl sorun bu değildi…
Asıl sorun Amin Maalouf’un Lübnan iç savaşını anlattığı Doğu’dan Uzakta romanında işaret ettiği gibiydi.
Maalouf, ‘insan geçmişin yok olması karşısında kendini kolay avutabilir ama, geleceğin yok olmasını kaldıramaz’ diyor.
Benim gibiler için sorun tam da burada başlıyor.
Zira, benim gibilerin geçmişleriyle birlikte geleceklerinin de ‘yok olduğu’ anlaşılıyor.
Yani ister orada, ister burada yaşayayım hiçbir şey fark etmeyecek; içimde bunca yara, bunca acı, bunca kırılma ve bunca mezar varken hayatım artık bir hayır görmeyecekti.
Kendi yolunda gitmesine izin verilmemiş hayatım, geçmişiyle beraber geleceğini de yitirmiş, Araf’ta kalmaya mahkum edilmişti.
Bundan sonrası artık Araf‘ta geçecekti. Hayatım bir başı kesilmiş çift başlı bir kartal misali acı içinde kıvranarak orada sona erecekti.
Bu yüzden kendimi zafer kazanmış bir mağlup gibi hissediyorum. Biletimi aldığım günden bu yana da ’tarihin mağlupları’ sayfasında izimi sürüyorum.
Gider gitmez de önceki hayatımı sonsuzluğa uğurlamayı ve ailemle birlikte gecikmiş yasımı tutmayı düşünüyorum…
*
Öte yandan gideceğim ülkenin de benim gibi çok değiştiği ta buralara kadar yansıyan gündelik sonuçlarından belli oluyor.
Bir zamanlar hayatımız pahasına peşinde koştuğumuz güzel ideallerin yerini şimdi küçük hesaplar, kişisel küçük çıkarlar alıyor.
Ölen ya da sürgün edilen her güzel insanla birlikte bir güzel ideal de yitip gittiği içindirki şimdi çürüme ve yozlaşma baş gösteriyor.
Bu nedenle özgürlük yolunda hayatını kaybeden ya da sürülen birçoközgürlük savaşçısını bugün ailesinden ve birkaç yakınından başka kimse hatırlamıyor.
Basında çalışmamış, 30 yılı aşkın bir zamandır göz önünde olmamış olsaydım ben de çoktan unutulmuş olacaktım.
Bunu biliyorum çünkü, ilgiyi ve saygıyı benden daha çok hak ettiği halde unutulmuş böyle çok insan tanıyorum.
*
Son olarak;
20 yıl önce kaçtığımda arkamda yangın yerine dönmüş bir Kürdistan ve Türkiye bırakmıştım.
Türkiye şimdi kendisine ve o topraklarda yaşayan herkese korkunç zararlar veren 100 yıllık ırkçı siyasetini değiştirmeye çalışıyor.
Kürdistan da bunu başarması için Çözüm Süreci’yle ona hayati bir fırsat sunuyor.
Türkiye’nin bu fırsatı değerlendirip değerlendiremeyeceğini bilemiyorum.
Zira, Oslo’dan bu yana yaşananlar küresel sistemin onayı olmadan çözümün zor, çok zor olacağını gösteriyor.
Buna rağmen ama bunda ısrar etmekten başka da bir yol görünmüyor.
Gelecekte başka gazeteciler kaçmak zorunda kalmasın; başka hayatlara kıyılmasın diye giderayak buna bir kez daha dikkat çekmek istiyorum…
25.06.14
gunayaslan@hotmail.de
560 kez okundu.