Sürgün kelimesi ilk çağlardan beri kullanılmaktadır. Doğduğu ülkenin dışında yaşamaya zorunlu bırakılmışlıktı. Sürgünlük, acıdır, hasrettir, dilinin senden çekilip koparılmasıdır, yani dil yarasıdır, yürek yarasıdır, muhalifliktir, direniştir….Sürgünde edebiyat denince de yine bu sözcükler her defasında kendisini açığa vurur.
Sürgün edebiyatı tarihinde en büyük gurubu Nazi Almanya’sı döneminde, etnik ve politik sebeplerle yurtdışında yaşamak zorunda kalan alman dilinden yazarlar tarafından oluşturulmuştur.
SÜRGÜN NEDENLERİ
Sürgün nedenleri üzerine burada bir kaç şey söylemek gerekirse;
Naziler henüz iktidarı ele geçirmeden, sözde alman ve ari olmayan edebiyatçılar hakkında, ırkçı ve milliyetçi derneklerince yasaklılar listelerini oluşturmaya başlamışlar dı. Yazar ve yayıncıların her biriyle ilgili ayrımcı propagandalarla baskı altına alındılar. 10 Ocak 1933’de iktidarı gasplarından hemen sonra kontrolleri artırarak, yasaklı listelerini daha çoğaltmaya başladılar.
Bu istenmeyen yazarlara, yayıncılara ve basın kuruluşlarına karşı saldırganlıklarını artırıp, onlara çok ağır yasaklar getiriyorlar dı. Bunlardan Prusya Sanat Akademisi üyeleri Thomas Mann ve Käthe Kollwitz’e yapılanlar en ilginçleriydi diyebiliriz.
Sürgün hareketinin çıkış noktası, 30 Mayıs 1933 kitapların yakılma günü ile açıkca ilintilidir. Şöyle ki; edebiyatçıların tasviyesi işlemi, tüm Almanya’nın üniversitelerinde eşzamanlı oldu, yani onlara göre “ ari “ olmayan beyanlarda bulunan eserler “ kara listelere „ alınarak, törenlerle yasaklandı ve yakıldılar. Nazilerce, edebiyat toptan bir denetime tabii tutuldu ve akabinde, toplama, yasaklama ve yakılma gibi uygulamalar başgösterdi. Tüm bu olup bitenler üzerine birçok sanatçı, yazar, yayıncı ve gazeteci ülkeyi terk ettiler. Daha sonra takipeden yıllarda, yani Nazi terörü süresince, 1933-1945 arası, yaklaşık yarım milyon insanın Almanya’dan kaçtıkları ve kovuldukları tahmin ediliyor. Bunların arasında yaklaşık 30 bini politik baskı ve takibata uğrayanlar, 5000 kültür emekçisi ve 2500 gazeteci, yazar ve yayıncı bulunuyor du. Almanya’ daki büyük toplumsal çalkantılar ve savaş, önemli gelişmelere de sahne oldu. Bunun en büyük etkilerinden biri de, edebiyat üzerinde olan etkisidir. Edebiyat ve kültür dünyasında bir çok yeni akım bu dönemde ortaya çıkmış, sosyalist gerçeklik tohumlarını salmaya, bu dönemde başlamıştır.
SÜRGÜNE GİDENLER NERELERE GİTTİLER ?
Sürgündeki alman yazarlarının, dünyanın dört bir tarafına yayıldığını görebiliyoruz. Betholt Brecht “Giyindikler ayakkabılardan çok gittikleri ülkeleri değiştiler” diye ifade ediyor. Örneğin Betholt Brecht sürgün sırasında Fransa, İsveç, Finlandiya, Danimarka, Sovyetler Birliği ve Amerika’ da yaşadı. Sığınma hakkını hangi ülke veriyor ise, o ölçüde politik konum olarak oraya doğru yöneldiler. Sürgünün merkezleri Paris, Amsterdam, Stockholm, Zürih, Prag ve Moskova idi. Savaşın patlak vermesiyle kaçan alman literatur elitlerinin en önemli sürgün ülkesi Kuzey Amerika oldu, Betholt Brecht ve Mann ailesinde olduğu gibi, en yoğun olarak da Newyork City ve Kaliforniya idi. Daha uzaklarda Mexika, Şili, Arjantin ve Filistin de tercih edilen sürgün ülkeleriydi.
ZOR YAŞAM KOŞULLARI
Göçmenler herşeyden önce Hitler rejiminin kısa ve uzun vadede ama mutlaka, alman ordusunca bir darbe sonucu veya halk tarafından alaşağı edileceğinden hareket ettiklerinden, sürgünlüğün bu kadar uzun süreceğini hiç tahmin etmemişler di. Ama ne yazık ki bu beklentileri asla gerçekleşmemişti. Gittikleri hemen hemen tüm ülkelerin sınır kapılarında çok zor, katı kurallarla yüz yüze kalıyorlardı. Giriş vizesi, çalışma ve yayıncılık izni…v.s. gibi şeyler talep ediyorlardı.Oysa ki canlarını zor kurtarıp kaçan bu göçmenlerin bu tür geçerli resmi evrakları olmadığı gibi, olan olsa dahi, onlarda sahte olarak düzenlenen belgelerdi. Çalışma ve oturma izni almakta çok istisnai bir durumdu. Almanya zaten yurtdışındaki rejim karşıtlarını, vatandaşlıktan çıkardığından dolayı, pasaportları da ellerinden alınmıştı.
Yaşamak zorunda bırakıldıkları bu ülkelerde geçinmek, başlı başına çok büyük bir problemdi. Yazarların çok azı gittikleri ülkelerde yazdıklarında para kazanabiliyorlar dı. Bir yandan da zaten “alman“ olarak artan ayrımcılıktan da ayrıca acı ve zorluklar yaşıyorlardı. Özellikle savaş yıllarında, aşırı ırkçı ve yahudi düşmanı eğilimleri sürgünde de kendini gösteriyordu.
Sürgündekilerin , Almanya’daki banka hesaplarına el konulmuştu. Böylelikle onların yurt dışında işlerine yarayacak bu paralara el konarak, onların o ülkelerde de mağdur olmalarına sebep olmuşlardı. Sürgün yayımcılarının ve yazarlarının gelirleri ve telif ücretleri de yok denecek kadar az ve yetersizdi. Çoğu sanatçı, yazar ve yayıncı geçimlerini arkadaş ve tanıdık -bildik çevrelerinin maddi destekleriyle veya özel olarak misafir olarak kaldıkları ülkelerin yardım komitelerinin, örneğin Amerikan Guild for German Cultural Freedom ..gibi organizasyonların yardımlarıyla ayakta durmaya çalışıyorlardı. Kendi geçimlerini, kendilerinin kazanamamalarının bilinmesi bile, başlı başına çok ağır bir ruhsal yük idi. Çoğu göçmen, sürgünde suskundu,sesini dahi çıkaramıyordu ve de yalnızdı….!
SÜRGÜNDEKİ YAZARLAR
Nazi döneminde göçeden, Almanya’nın ünlü yazarları arasında Betholt Brecht, Alfred Döblin, Lion Feuchtwanger, Oskar Maria Graf, Mann ailesinden Heinrich, Klaus ve Thomas Mann, Erich Maria Remarque, Else Lasker Schüler, Anna Seghers , Franz Werfel ve Vicki Baum ve daha nice ismini sayamadıklarımız. Bunların arasından Thomas Mann, Lion Feuchtwangwer, Franz Werfel ve Vicki Baum gibi kişiler uluslararası alanda tanınmış yazarlar arasına girdiler, bunlar da dış ülkelerde uyum sağlayan ve başarılı olan çok az sürgün yazarlardandırlar. Ama buna karşın bazı yazarlar da vardı ki; maddi çaresizlikler ve yaşam zorluklarından ve daha başka sebeplerden dolayı sürgünde intihar ederek hayatlarına son verdiler, bunlardan Stefan Zweig Arjantin’de, Kurt Tucholski İsveç’te ve Walter Benyamin İspanya-Fransa sınırında canlarına kıydılar.
SÜRGÜNLÜK NASIL BİR DUYGU
Sürgün demek; vatandaşlıktan atılmak, haklarından mahrum bırakılmak, vatansızlık,…diyor Brecht göçmenliği tavsir ettiği bir şiirinde. Yalnızdır sürgün. Bir başınadır her zaman. İşte bu yalnızlık sürgün edebiyatını besleyen damardır. Bu bir derinleşme ve sorgulama fırsatıdır. Bulunduğu ülkede yabancıdır. O ülkeye uyum diye bir derdi olmayabiliyor. İki farklı toplum arasında kendisiyle barışıktır. Ama iki ara bir derededirler. Ayrıldıkları ülkelere de yabancılaşmışlardır. Belleğini korumak zorundadırlar. Yaşama tutunmalıdırlar. Sürgünlük edebiyata bir duyarlılık katmıştır. Sürgün her göçmen için bir belirsizlik dışında, geçimini, kişiliğini tehdit, parasızlık, dil sorunu, politik erginliğe ulaşamama, rüştünü ispatlıyamama, geride, yani ülkende bıraktıların, dostların, akrabaların, ayrıca da hasretlik, dert, çile…vs. Theodor Adorno göçmenlerin durumuyla ilgili şöyle yazıyor; göç etmiş intellektüelin her biri; istisnasız yaralıdır, tahrif edilmiştir. Dili istimlak edilmiş ve tarihi boyutlarıyla kazınarak alçaltılmıştır. İdrak ve bilgi gücünden ayırdedilmiştir…
SÜRGÜNDE ANLATIM VE YAYIM
Yazarların kısıtlı olanaklarıyla ortaya koydukları eserlerinin yayınlanması konusunda, çok az kuruluş teklifte bulunmuştur. Bunlardan Moskova’da “das Wort” , ”Die neuen deutschen Blätter” Prag’ da, ”Die Sammlung” Amsterdam`da, ”der Aufbau” ve “Pariser Tageblatt”… Ayrıca Amsterdam’da, Stockholm’da, Zürih’de , Mexiko ve Boston’da da bazı yayınevleri göçmen yazarlara yardımcı oldular.
Göçmen yazarlar misafir olarak bulundukları ülkelerde de yazdıklarını yayınlatma konusunda ‘ret’lerle karşılaştılar .Nazi Almanya’sına muhalif temalar, yerel yayıncılar tarafından çok az kabul görüyordu. Basım konusunda çekingen davrandıkları, çok sık rastlanan bir davranış biçimiydi. Bu yüzden de savaş yıllarında, Alman edebiyatına ilgi adeta kaybolmuştu, çünkü sonuçta düşmanın edebiyatı idi.
SÜRGÜN LİTERATURUNUN İÇERİĞİ VE TARZI
Savaş sonrası yazılan sürgün edebiyatının büyük bir kısmı , sürgünde yaşananlar, anılar, otobiyografik, nesir anlatım ve hikayeler üzerine idi. Sürgün üzerine “Transit” adlı Anna Seghers’in yazdığı müthiş eseri, 1940’lardaki Nazi zulmünden Marsilya’ya kaçışların anlatıldığı bir romandır. Nazi Almanya’sı döneminde sürgüne maruz kalan edebiyatçıların eserleri,sürgün olarak yaşadıkları yerler, ”Exilliteratur” yani (Sürgün Edebiyatı) adı altında toplanmıştır. Ya da “Emigrantenliteratur“ ( Göçmen Edebiyatı) adı da verilmiştir.
Alman dili ve Edebiyatı üzerine bir çok araştırma ve incelemeleri bulunan Gürsel Aytaç şöyle diyor;
“Sürgün edebiyatı ,edebiyat bilimi ölçüleriyle konu ele alındığında, birlikte çeşitlilik gösteren bir olgu. Ortak payda sürgün gerçeği. Yani sürgün edebiyatı özellikle edebiyat sosyolojisinin bir araştırma alanı, irdelenecek konu; ülkesinin dışında üreten yazarın, dışarıda oluşundan dolayı, nelerle karşılaştığı, güçlükleri, kazanımları. Alman yazarlar için bu dışarısı, önce almanca konuşulan ülkeler olmuştur. Avusturya, İsviçre gibi. Sonra Avusturya’nın da Hitler’in etki alanına girmesiyle başka ülkelere göç söz konusu. ABD sürgün yazarların çoğunlukla sığınmak için yeğledikleri yer olmuştur. Sürgündeki yazarlar da dışarı açılma olgusunu bizzat yaşadılar…Almanca yazmaya sürgünde devam etmiş olmakla, Almanlıklarını dil bilincinde yoğunlaştırmışlar, böylece Alman Edebiyatı tarihinden uzak düşmemişler…” Sürgünlük yıllarında eserleri dışarda yayınlanan Almanya’daki yasaklı yazarlar, 1945 sonrası Almanya’da gittikçe artan bir kabul ve hayranlık gördüler. Eserleri Almanya’da da yeniden yayınlandı ve Alman edebiyat dünyasında kendi hak etmiş oldukları yerlerini yine aldılar.
Selahattin Şengül
5036 kez okundu.